Gerçekten efsane bir mont. Tunç Fındık’ın dediği gibi “Sekiz binlik hırka”! Soğukta inanılmaz güven veriyor. Keşke birkaç tane edinip dönüşümlü giyebilsem. Benim için vazgeçilmez.
Gerçekten efsane bir mont. Tunç Fındık’ın dediği gibi “Sekiz binlik hırka”! Soğukta inanılmaz güven veriyor. Keşke birkaç tane edinip dönüşümlü giyebilsem. Benim için vazgeçilmez.
9 bin km uzakta yaşayan güleryüzlü kardeşlerimizin ülkesini ziyaret ettim. Endonezya birçok farklı dil, din ve kültüre sahip etnik gruplardan oluşuyor. Yogyakarta’da Borobudur ve Prambanan tapınaklarından Bali’de maymun ormanlarına kadar kendi gördüklerimi anlatıyorum. Bu bölümde Ijen yanardağındaki Blue Fire – Mavi ateş ve madencilerin görüntüleri var. Yeni bölüm çıktığında haberdar olmak için abone olmayı ve zil tuşuna basmayı unutmayınız!
——
Ali Doğuyıldız tarafından çekildi ve düzenlendi.
– Sosyal Medya ve İletişim –
►I N S T A G R A M – http://www.instagram.com/alidoguyildiz
►F A C E B O O K – https://www.facebook.com/alidoguyildiz
►B L O G – http://www.yuksektepeler.com
►İ L E T İ Ş İ M – [email protected]
9 bin km uzakta yaşayan güleryüzlü kardeşlerimizin ülkesini ziyaret ettim. Endonezya birçok farklı dil, din ve kültüre sahip etnik gruplardan oluşuyor. Yogyakarta’da Borobudur ve Prambanan tapınaklarından Bali’de maymun ormanlarına kadar kendi gördüklerimi anlatıyorum. Bu bölümde Jakarta ve Yogyakarta’dan görüntüler var. Yeni bölüm çıktığında haberdar olmak için abone olmayı ve zil tuşuna basmayı unutmayınız!
——
Ali Doğuyıldız tarafından çekildi ve düzenlendi.
– Sosyal Medya ve İletişim –
►I N S T A G R A M – http://www.instagram.com/alidoguyildiz
►F A C E B O O K – https://www.facebook.com/alidoguyildiz
►B L O G – http://www.yuksektepeler.com
►İ L E T İ Ş İ M – [email protected]
9 bin km uzakta yaşayan kardeşlerimizin ülkesini ziyaret ettim. İlk planım başkent Jakarta’dan trenle Yogyakarta’ya geçmek. Sonrası ikinci bölümde…
——
=== Videoda bahsedilen bazı linkler===
Ulaşım programı Grab:
https://www.grab.com
Ulaşım programı Gojek:
https://www.gojek.com
Resmi Taksi şirketi:
https://www.bluebirdgroup.com
GSM şirketi Telkomsel:
https://www.telkomsel.com
Endonezya kaplan heykeli haberi:
https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-39300156
===============================================
– Sosyal Medya ve İletişim –
►I N S T A G R A M – http://www.instagram.com/alidoguyildiz
►F A C E B O O K – https://www.facebook.com/alidoguyildiz
►B L O G – http://www.yuksektepeler.com
►İ L E T İ Ş İ M – [email protected]
Burada ekipmanlarımı görsel olarak listeledim. Aktiviteye çıkmadan önce göz atıp bir şey unutmadığımdan emin oluyorum. Ayrıca belki sizin alışverişlerinize de fikir olur diye kendi yorumlarımı ekledim.
Image: | Name: | Model: | Description: |
---|---|---|---|
![]() | Mont | The North Face Himalayan Parka |
Gerçekten efsane bir mont. Tunç Fındık’ın dediği gibi “Sekiz binlik hırka”! Soğukta inanılmaz güven veriyor. Keşke birkaç tane edinip dönüşümlü giyebilsem. Benim için vazgeçilmez. |
![]() | Pantolon | The North Face M Trekker Convertible |
Boyu paçaları katlayarak ayarlayabilmek ve fermuarlarla şorta çevirebilmek harika detaylar! Böyle özelliklere artık pek rastlanmıyor. Tırmanış sonrası defalarca şorta çevirip göle, denize girmişliğim var. UPF güneş koruması ve Quickdry hızlı kuruma özelliğiyle de tam anlamıyla mükemmel bir pantolon oldu. İki tane aldım, keşke on tane alsaydım, çünkü artık bulmak zor. |
![]() | Teknik Ceket 1 | The North Face – Torre Egger Futurelight |
Gore-Tex yerine North Face’in kendi geliştirdiği Futurelight astar kullanılmış. Testlere göre üç kat daha iyi nefes alabilirlik sunuyor ve tamamen su geçirmez. Kol uçlarındaki velcro bantlar eskiden çabuk yıpranırdı, bu modelde onu da geliştirmişler, çok iyi olmuş. |
![]() | Teknik Ceket 2 | The North Face Observatory |
Gore-Tex membranın yanı sıra, hardshell cekette olması gereken tüm özellikleri sunuyor. Kollarınızı kaldırınca yukarı toplanmıyor, kask uyumlu başlığı tek elle ayarlanabiliyor ve koltuk altı fermuarları sayesinde içerideki nem hızlıca tahliye edilebiliyor. |
Image: | Name: | Model: | Description: |
---|---|---|---|
![]() | Dağ Botu | Scarpa Mont Blanc GTX |
6000m’lik dağlar için olan kendinden tozluklu Phantom modelini almak istiyordum ancak o model uzun ince boğaza sahip ve benim kalın baldırımlarıma uygun gelmedi, bacağımı sıktığı için istememe rağmen bu modeli tercih ettim, memnun kaldım. İtalyanlar ayakkabı konusunda hayal kırıklığı pek yaşatmıyor. Normal ayak numaranızdan 1 numara büyük almaya dikkat edin, gerçi istediğiniz numarayı stokta bulmak da hep mesele! |
![]() | Hiking Botu | Salomon Quest 4D GTX |
Salomon gerçekten harika iş çıkarmış; adeta kayak malzemesi gibi sağlam! Markaya özgü Contagrip tabanı var. Kayalardan ayağı koruması, rahat yürüyüş sağlayacak esnekliği ve malzeme kalitesiyle beni fazlasıyla memnun etti. Uzun yıllar kullandım. Tek sıkıntım doğa yürüyüşlerinde fazlasıyla kayması. Altı aşındığı için mi böyle oldu diye düşündüm ama ilk zamanlarında da aynı sorun vardı. Vibram taban böyle değildi vibraam toprağam bu konuda daha başarılı sanki. |
![]() | Tur Kayağı Botu | Roxa X-Face 120 |
Kayak botunda kritik nokta ayağa tam oturması ama sıkmaması. Çok dar olursa kan dolaşımını engeller, boşluk olursa manevrayı zorlaştırır ve sürtünme yapar. Alırken 1–2 saat ayağınızda bekletin, şişlik yanıltabilir. Ben ilk botumu dar almıştım, 1 saat sonra kan dolaşımım kesildi ve botu çıkarmak zorunda kaldım. Öte yandan bot içinde en ufak boşluk bile kayışı zorlaştırıyor ve parmaklarda yara yapabiliyor. Bu küçük gibi görünen detaylar aslında çok önemlidir. |
![]() | Kaya Tırmanış Ayakkabısı | Scarpa Force X |
Alt tabanı alışıldık bombeli yapıda değil, daha çok düz bir formda. Performanstan ziyade konforu öne çıkaranlar için uygun bir model. Ayrıca uzun süre ayağınızda kalmayacaksa, örneğin tırmanış sonrası bir sonraki denemeye kadar cırt cırtları açarak ayaklarınızı hızlıca rahatlatma imkânı sunuyor. |
Image: | Name: | Model: | Description: |
---|---|---|---|
![]() | Üst İçlik 1 | The-North-Face-Hybrid |
Soğuk havalarda en çok zorlandığım konu, hem hareket ederken üşümemek hem de terledikten sonra üşütmemek oluyor. Bu içlikte kullanılan HyActive iplikler gerçekten fark yaratıyor. Tırmanış veya uzun yürüyüşlerde teri çok hızlı dışarı atıyor, buna rağmen sıcak tutmaya devam ediyor. Dikişsiz yapısı sayesinde uzun süre sırt çantasıyla hareket ettiğimde bile sürtünme ya da tahriş yaşamadım. Çok hafif, üzerimde yokmuş gibi hissettiriyor. Hızlı kuruma özelliği özellikle kamp alanında çok işime yaradı. Ayrıca koku tutmaması da uzun aktivitelerde büyük avantaj. Benim için orta ve üst katmanların altında güvenle giyebileceğim, neredeyse dört mevsim kullanabileceğim bir içlik oldu. O kadar rahat ki bazen evde bile giymek istiyorum. |
![]() | Üst İçlik 2 | BlackSpade |
Yerli üretim bu termal içlik gerçekten başarılı. Hem sıcak tutuyor hem de teri hızla dışarı aktarıyor. Dağda yanınızda mutlaka olmalı. |
![]() | Balaklava 1 | Marmot Super Hero |
Sıcak tutma konusunda bir sorun yok ancak bir süre kullanımdan sonra ağız kısmına denk gelen bölge nefesle nemlenince konforu maalesef azalıyor. |
![]() | Balaklava 2 | Friendly Swede |
Kayak için oldukça konforlu. Dağcılık için tasarlanan Arctic modelini de aklımda tutuyorum. İsveçlilerin işi belli oluyor. |
![]() | Polar Eldiven | The North Face Etip Pamir Windstopper |
Etip ismi, işaret parmağındaki dokunmatik ekran uyumunu ifade ediyor ama ben bu özelliği pek verimli kullanamadım. Telefonu eldiveni çıkarmadan kullanma fikri güzel olsa da bende pek çalışmadı. Onun dışında rüzgârı kesen Gore Windstopper teknolojisi ve yağışa dayanıklı DWR kaplama gayet başarılı. Avuç içi ile işaret ve orta parmaklardaki kaymaz paneller baton tutuşunu güvenli kılıyor ve telefonun elden kaymasını da azaltıyor. Genel olarak eldivenler rahat ve ele iyi oturuyor. |
![]() | Dış Eldiven | The North Face Nuptse Mitt |
Nuptse Mitten hafif ama çok sıcak tutuyor. Rüzgârı kesmesi ve deri avuç kısmıyla sağlam tutuş sağlaması hoşuma gitti. İç astarı yumuşak, uzun süre kullanımda da rahat. |
![]() | Kayak Eldiveni | Reusch Lech R-Tex XT Freeride |
Su geçirmeyen, kaliteli bir kayak eldiveni. Eli ev ortamındaki gibi sıcak tutuyor ama nefes alabildiği için terletmiyor. Aktivitelerde el becerimi kısıtlamadan hassasiyet sağlıyor. Doğru bedeni seçmek önemli. Ayrıca manşetteki tek elle ayarlanabilen kordon, bileği sıkılaştırarak eldivenin sabit kalmasını sağlıyor. O kadar rahat ki çıkarmak istemiyorsun. Alman kalitesi kendini belli ediyor. |
![]() | Polar | The North Face Radium High-Loft |
Bu ürün Polartec’in en sıcak kumaşı Thermal Pro® High Loft’tan yapılmış, ama maalesef artık bulmak imkânsız. Arada böyle yanlışlıkla! üst kalite parçalar çıkıyor ama sonra üretimi kesiyorlar, nedenini anlamıyorum. Kollarındaki uzun tüylü liflerden biraz hava giriyor ama içerideki nemi dışarı atıyor, bu sayede gayet sıcak tutuyor. Ben genelde teknik ceket altına orta katman olarak giyiyorum ve nefes alması çok rahat hissettiriyor. Tek başına giydiğimde ise tüylü haliyle resmen pofuduk ayı gibi görünüyorum, herkes sarılmak istiyor. |
Image: | Name: | Model: | Description: |
---|---|---|---|
![]() | Kamp Çantası | Deuter Air Contact Pro 60 + 15 Litre |
Deuter Air Contact Pro 60+15’in boş ağırlığı yaklaşık 3 kilo ve 30 kiloya kadar yük taşımaya uygun. Erkekler için en az 80 litre ya da 70+15 hacim tercih etmek daha avantajlı olabilir. Genel olarak memnunum ama zaman zaman daha fazla litreye ihtiyaç duyduğumu hissediyorum. Eved. |
![]() | Yürüyüş Çantası | Deuter Speed lite |
Sadece 500 gramlık boş ağırlığıyla inanılmaz hafif. Genelde aklimitizasyon tırmanışında, kamptan kampa veya son zirve çıkışında kullanıyorum. Yan tokalarına baton ya da kazmayı da fena sayılmayacak şekilde sabitlemek mümkün. |
![]() | Transfer Çantası | The North Face Duffle Bag |
Small ve Large boylarını sıkça kullanıyorum. Small modeli 52×32,5×32,5 cm ölçülerinde, 50 litre hacimli ve gerektiğinde hacmi azaltılabiliyor. Normal seyahatlerde de kullandım, kabinde sorun yaşamadım ama tamamen dolduğunda bazı havayolları sıkıntı çıkarabilir. Balistik naylon malzemesi sayesinde yıpranması çok zor, üzerinde kırılacak toka, teker ya da tutamak olmadığı için tam anlamıyla evladiyelik. Kargocuların her türlü fırlatmasına dayanıklı. Severek kullandığım, uzun ömürlü bir çanta. |
![]() | Tur Kayağı Çantası | North Face Patrol 34 |
Kayak turlarımda kullandığım bu model maalesef beklentimi karşılamadı. NorthFace’in yukarıda övdüğüm transfer çantasının aksine, bunda toka dişi var ve kısa sürede kırıldı, alt kısmından dikiş attı. Malzeme kalitesi düşük bir seriye denk geldim sanırım, ne yazık ki hayal kırıklığı oldu bende. |
![]() | Tırmanış İp Çantası | Beal Combi Pro 80 Siyah İp Çantası |
Çantanın açılış şekli tam istediğim gibi, kullanımı çok pratik. 80 litrelik hacmiyle 80 metrelik ipi ve yanına birkaç malzemeyi de rahatlıkla alabiliyorum. Gerçekten işimi kolaylaştırıyor. |
Image: | Name: | Model: | Description: |
---|---|---|---|
![]() | Emniyet Kolonu | Black Diamond XENOS |
Ön dişli bel ve bacak tokalarını hızlıca ayarlayabilmek büyük kolaylık sağlıyor. Ekipmanımı güvenle taşıyabiliyorum. 460 gram ağırlığıyla taşınması kolay, uzman serisi olarak ciddi performans sunuyor. Kısacası, zorlu buz ve karma tırmanışlar için güvenilir ve rahat bir seçenek. |
![]() | Ekspres Set | Black Diamond Posiwire |
Black Diamond Posiwire ekspres seti 6’lı. Genelde 2 set alıp 12 ve üzeri kullanma tercih edilmeli, ama bütçe kısıtlıysa 1 setle başlayıp zamanla en az 10 ekspresi tamamlamak da mantıklı. |
![]() | Dinamik İp 60 metre | EDELRID Tommy Caldwell Eco Dry ColorTec 9.3mm |
Renk kodlu ColorTec sistemi, ipi düzgün ve güvenli bir şekilde kullanmayı kolaylaştırıyor. İki renkli, bu sayede ipin orta kısmı geldiğinde kolayca anlayabiliyorum. |
![]() | Lanyard | Petzl Dual Connect Adjust Lanyard |
Ayarlanabilir kol sayesinde istasyona bağlanmak hem kolay hem de çok rahat. |
![]() | İniş ve Emniyet Alma Aleti 1 | GriGri+ |
Yeni sevgili! |
![]() | İniş ve Emniyet Alma Aleti 2 | Black Diamond ATC |
Emektar dost! |
![]() | Krampon | Grivel G22 |
Adım garavel bul beni 🙂 Giymesi çin işkencesi gibi zor kramponlardan sonra bu ürünün giyme kolaylığı büyük konfor getiriyor. |
![]() | Yürüyüş Kazması | Black Diamond Raven |
Standart kazma… Bu ürün bana hep rahmetli Barış Manço’nun şarkısını hatırlatıyor: Komşunun tavuğu komşuya kaz görünür dersen Kaz gelen yerden tavuğu esirgemezsen Bu kafayla bir baltaya sap olamazsın ama Gün gelir sapın ucuna olursun kazma, kazmaaaa, kazmaaa |
![]() | Kask | Petzl Elios |
Hafif ve hava deliklerinin açılabilmesiyle havadar bir kask. Çene tokasını ayarlamak çok rahat. Fiyatı da uygun olduğu için belediye dağıtmış gibi herkesin kafasında bundan var işte. |
Image: | Name: | Model: | Description: |
---|---|---|---|
![]() | Julbo Eris |
Tırmanışlarda oldukça konforlu bir kullanım sunuyor. Ancak Cat 3 modeli ışığı fazla kırdığından kayak sırasında görüşüm kararıyor. Bu nedenle kayak için düşünüyorsanız daha düşük kategori bir cam tercih etmek gerekiyor. |
|
![]() | Kürek | Black Diamond Deploy 3 |
En çok katlanır sap özelliği güzel, bu sayede sırt çantasında kolay taşınıyor. |
![]() | Tozluk | Black Diamond Frontpoint |
Kayalık, kar ve buzda ayağa tam oturuyor, kayma ya da açılma yapmıyor. Su geçirmemesi ve nefes alabilir yapısı da uzun faaliyetlerde büyük avantaj sağlıyor. Özellikle krampon ve sert botlarla uyumu çok başarılı, bileği sıkıca sarıyor ve fermuar/bağlama sistemi pratik. İlk başta biraz sert gibi dursa da kullandıkça ayakla uyum sağlıyor. |
![]() | Baton | Black Diamond Trail Shock Compact |
Kompakt yapısıyla taşıması oldukça rahat. Ancak muadillerine göre fiyatı biraz yüksek. Trekking batonlarının çabuk yıpranan ekipmanlar arasında olduğunu düşününce bu kadar bütçe ayırmak konusunda kararsız kaldım. Belki de “nasıl olsa yenilemek gerekecek” diyerek daha uygun fiyatlı ve idare eder bir model tercih edilebilir. |
![]() | Çaydanlık | Optimus Terra |
Harika gurme çay yapar demek isterdim ama diyemem bu beklenti ile almadım tabii. Kar eritip hızlıca sıcak suya ulaşım sağlıyor. 0.7 litre hacmi var ve 153 gr’lık hafif bir ürün. Tasarımı az yer kaplayacak şekilde yapılmış. İçine başka malzemeleri de koyup sırt çantasında yerleştirmesi kolay. Kampta hedeflenen amacı yerine getiren bir araç. |
![]() | Solar Enerji | Powermonkey Extreme |
Harici bataryalar çoğu faaliyetimde enerji ihtiyacımı karşıladığı için bu ürünü pek verimli kullanamadım. Çok uzun süre şehirden uzak kalınan durumlarda iş görebilir, ancak bataryasının dolması uzun sürüyor. Ne dağda taşımaya değecek kadar hafif ne de araçla götürüldüğünde kapasitesi yeterli. |
![]() | Tur Kayağı | Völkl V-WERKS BMT |
Gerçekten çok yönlü ve harika bir model. Ağırlığı orta seviyede, kullanımda yormuyor. Bol karda güvenli bir sürüş sağlıyor. Sadece uygun boyunu bulabilsem tam anlamıyla ideal olacak. |
![]() | Tur Batonu | LEKI – Haute Route Speed Lock Trekking & Tur Batonu |
Genel olarak hem trekking hem de kayak turları için güvenilir ve uzun ömürlü bir baton arayanlara kesinlikle tavsiye ederim. |
![]() | Pist Kayağı | Elan Amphibio 12 TI Erkek Kayak + ELS 11.0 Shift Bağlama |
Yumuşak bir kayış sağlıyor. Aynı zamada kenar tutuşu ve yüksek hızda stabilite açısından güçlü bir kayak. kullanımı kolay ve tüm seviyeler için erişilebilir hissettiriyor. Daha çok orta seviye kullanıcılar tercih edebilir diyebilirim. |
![]() | GPS’li Saat | Suunto Ambit3 Peak Sapphire |
Saati inceleme videosu hazırladım izlemek için tıklayın. |
Image: | Name: | Model: | Description: |
---|---|---|---|
![]() | Mat | Therm-a-Rest NeoAir XTherm |
Yüksek irtifa için ideal, şişirilebilir bir mat. Boşaltıldığında az yer kaplaması büyük avantaj, ısı yalıtımı da oldukça başarılı. Kafa kamplarında kullanmak için fazla değerli olduğundan genelde asker matı gibi daha uygun modelleri tercih ediyorum. Kış dağcılığı ve yüksek irtifa için kesinlikle çok iyi bir seçenek. Tek olumsuz yanı, dağda şişirirken ciddi nefes gerektirmesi; bu da yüksek irtifada baş döndürücü olabiliyor. Keşke bazı şişirilebilir matlarda olduğu gibi yastığı kıvırarak şişirmeye yardımcı olacak hafif bir çözüm ekleselerdi. |
![]() | 5 Mevsim Kış Çadırı | Husky Felen 3-4 |
Ürün özelliklerine 3-4 kişilik yerine 3 oda 1 salon yazılsa sırıtmaz! Geniş iç hacim ve yüksek tavanı var. Tabii dezavantajı 5.5 kiloluk ağırlığı. Neyse ki iki kişiye bölüştürülebilir. 3 kiloluk çadırı bir kişi, 2 küsur kiloluk çubukları çadır arkadaşınız taşır, ben öyle yapıyorum şahsen. Bu camiada çoğu kişinin duyduğu bir söz vardır o da şu: “Katır gibi taşırım, kral gibi yaşarım” |
![]() | 3 Mevsim Yazlık Çadır | Husky Boyard |
3 Mevsim Yazlık Çadır: Husky Boyard |
![]() | Yemek ve Pişirme Seti | GSI Pinnacle |
Jetboil pişirme setimi Ağrı Dağında kaybettikten sonra bunu aldım. Kaplaması sayesinde yemekler yapışmıyor, temizlemesi çok kolay. Malzeme kalitesi oldukça sağlam, hafif olmasına rağmen güven veriyor. Metal kaşık/çatal kullanılırsa çizilme riski var; bu yüzden plastik ya da tahta kaşıkla kullanmak daha iyi olur. |
![]() | Kamp Ocak | Primus Powercook |
Katlanır yapısıyla taşıması kolay, güçlü aleviyle yemekleri hızlı pişiriyor. Rüzgârlı havalarda bile stabil çalışıyor, sağlam ve güvenilir bir kamp ocağı. |
![]() | Kafa Feneri 1 | Led Lenser H14R.2 |
Alman yapmış, evladiyelik ürün. Teknik değerler vermeye gerek yok kamyon farı gibi mübarek! Kendi şarj edilebilir batarya paketi var ama aynı kap içine 4 adet kalem pil de konularak kullanılabiliyor. Oh ne güsel. |
![]() | Kafa Feneri 2 | Petzl Tikka Kafa Feneri E93 |
Kendini ve bir de çadırda yemek yerken eh işte ağzımı aydınlatabiliyor, görebiliyorum. Dağa götürmüyorum diğer aktivetelerimde çadırda otururken kullanıyorum daha çok. |
![]() | Kaz Tüyü Uyku Tulumu | Marmot Pinnacle |
800-fill kaz tüyü tulum 1.13 kg ağırlığında (638 g kaz tüyü var). Comfort -5.4 C , Lower Limit -12.2 C, Extreme -31.5 C değerleri var. Ağırlığı çok iyi. Sıcaklık dereceleri idare eder. 1 kilo hafiflik dağda o kadar fark yaratıyor ki… Artık bu model kalmadı başka modeller satılıyor. Kirletmeden yıkamadan özenli kullanılırsa evladiyelik bir ürün. |
![]() | Uyku tulumu iç çarşaf | Quechua Silk Liner |
Decathlon’dan aldığım bu ürün sadece 110 gram ağırlığında. Hijyen açısından faydalı olur diye düşünerek tercih etmiştim. Planım, faaliyetten gece döndüğümde ayakkabılarımı çıkarmadan doğrudan uyku tulumuna girip hızlıca dinlenmekti. Ancak pratikte işler pek öyle yürümüyor. Birincisi, yorgun argın çadıra döndüğünüzde şişen ayaklarınızı dinlendirmek için ayakkabıyı mutlaka çıkarmak istiyorsunuz. İkincisi ise ıslak kıyafetlerle uyku tulumunun içinde geceyi geçirmek pek mümkün olmuyor. Çoğu durumda kuru kıyafet değiştirildiği için de bu ürüne ihtiyaç çok az kalıyor. |
![]() | Güneş Gözlüğü | Julbo Instinct |
Julbo Instinct, değişken ışık koşullarına hızlı uyum sağlayarak her ortamda ideal ışık geçirgenliği sunuyor. Böylece bulutlu, sisli ya da güneşli havalarda tek bir gözlükle her koşula uyum sağlamak mümkün. |
Bu benim ikinci Cilo kış tırmanış faaliyetimdi. Daha önce 2013 yılında basında da yer alan önemli bir kış tırmanışı yapmıştım. http://arsiv.tdf.gov.tr/32-yil-sonra-reskouludoruk-ilk-kis-tirmanisi/
Maceram Mart 2019’da 3 dağcı arkadaşımla beraber İstanbul Sabiha Gökçen havalimanından Van’a uçarak başladı. Oradan saat başı kalkan şehirlerarası minibüsle Yüksekova’ya geçmekti amacımız. Sabiha Gökçen havalimanının evimize yakınlığı nedeniyle böyle bir seçim yaptık. Cilo ekibinin geri kalanı (8 kişi) Avrupa yakasındaki havalimanından doğrudan Yüksekova’ya uçtular. Sabiha Gökçen’den bizim gittiğimiz tarihlerde Yüksekova’ya doğrudan uçuş bulunmuyordu. Bizim izlediğimiz güzergâh hem bütçe olarak daha ekonomikti hem de artık İstanbul’da hangi yakada oturuyorsanız oraya yakın havalimanını tercih etmek bir yere gitmeye karar verirken en önemli belirleyici olmaya başlamıştı.
Uçuş günü geldiğinde heyecanla uçağa bindim, el çantamı yerleştirip yerime oturdum. Son kimlik kontrolünden sonra körükten uçağa binene kadar telefona bakarak dikkatsizce yürümüştüm. Elimde telefon, polar, cüzdan ve kabin bileti vardı. Kabin biletini cüzdanın içine koyarken kimliğimin içinde olmadığını fark ettim. Haydaaa! Başımdan aşağı kaynar su dökülmesi hissettiğim ender durumlardan biriydi bu. Hiç sevmediğim bir duygu durumu… Herhalde el çantasına koydum diye kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Koltukta rahatça oturuyor gibiydim ama tüm düşüncelerimin önüne geçen ve beni rahat bırakmayan bir sıkıntı vardı kafamda. Bütün ceplerimi kontrol ettim. Sanırım son kimlik kontrolünden sonra uçağa binerken düşürdüm. Ya da çantada bir yerlere sokuşturdum. Uçak Van’a indiğinde el çantamı kontrol ettim ama orada da değildi. Herkes uçaktan indikten sonra durumumu kabin amirine anlattım. Bagaj alımı kısmında beklememi ve uçak içinde bulunursa bagaj alımı kısmına kimliğimi getireceklerini söyledi. Bir süre bagaj alımı kısmında bekledim ama kimse gelmedi. Bu sırada Sabiha Gökçen Havalimanı’nın yer hizmetleri telefon numarasını da bir şekilde buldum. Kayıp eşya ofisini aradım ve kimlik bulunup bulunmadığını sordum. Olumsuz yanıt verdiler…
Van’daki havalimanında yapacak bir şey kalmayınca 3 arkadaşımla şehir merkezine gitmek için taksiye bindik. Taksici Doblo aracının geniş bagajına çantalarımızı koyduğunda dağcı olduğumuzu hemen anladı. Cilo’ya çıkacağımızı söyledik. Taksici,
“Bu havada ne işiniz var orda abi başınıza bir şey gelir.”
diyerek endişelendi ve yol boyunca bizi caydırmaya çalıştı. Van’ı gezdirebileceğini söyledi ve evine davet ederek misafiri olmamızı istedi. Bir dahaki sefere inşallah deyip samimi daveti için teşekkür ettik.
Şehir merkezine geldiğimizde sırt çantalarımızı şehirlerarası yolculuk yapacağımız firmanın yazıhanesine bıraktık. Öğle yemeği için yakındaki bir restorana girdik. Ben tabii aklımdan geçen birçok düşünceden dolayı yemekten tat tuz alamadım. Yemekten sonra arkadaşlarla Van il nüfus müdürlüğüne gittik. 5-10 dakika yürüme mesafesindeydi. Sora sora kolayca bulduk. Nüfus dairesinde şefi bulup durumumu anlattım. Yanımda TDF dağcılık lisansımdan başka bir kimlik yoktu. Onun da üzerinde soğuk damga mühür yoktu. Ne yapabiliriz diye bir yol bulmaya çalıştık. Kimliğin ispatı için tahkikat açılıyormuş, uzun süren bir işlemden bahsetti. Sohbetin sonunda bana yeni veya geçici bir kimlik veremeyeceğini söyledi. Oradan elimiz boş ayrıldık. Aklımıza karakola gitmek geldi. Yolda sürekli kimlik kontrolü olacağını biliyorduk. Belki bir tutanak tutturursak işimize yarar diye düşündük. Yakındaki polis karakoluna gittik. Kapıda kuyruk vardı. Sıraya girdim ve beklemeye başladım. Baktım kuyruk ilerlemiyordu ben de her normal vatandaş gibi önümdeki kişiye kardeş burası ne kuyruğu diye sordum. Adli kontrol şartıyla serbest bırakılanlar, her gün karakola gidip imza veriyorlarmış. Karakol öğle tatilinde olduğu için bekliyorlarmış. Sıradan ayrıldım ve bilgi masasındaki memura durumumu anlatmak için ilerledim. Kapıdan geçerken sırt çantam nedeniyle X-ray cihazı uyarı verdi. Polis memuru sırt çantamın içini açmamı istedi. Zaten tedirgin haldeydi, bir de sırt çantamın içindeki drone’u görünce iyice tedirgin oldu. Neden geldiğimi ve drone’u kısaca anlattım. O da sakinleşince bu işleri artık nüfus il müdürlüklerine devrettiklerini ve 199’u arayıp kayıp kaydı bırakmam için yönlendirme yaptı. Oradan da elimiz boş ayrıldık. Van sokaklarında gezerken, Yüksekova’ya son sefer saati olan 16:00 yaklaşmakta olduğu için çaresizce yazıhaneye döndük. Son sefere bilet alıp 3 arkadaşımla beraber şehirlerarası yolculuğumuza başladık. Araç içinde yolculuğumuz sohbetle çabuk geçti. Hava kararıyordu, bir tesiste dinlenmek için durduk. Tesisin içinden genç bir adam koşturarak buz gibi soğuk havada üstünde mont olmamadan dışarı çıktı ve aracımızın kapısını açarak hoş geldiniz dedi. Garip kıyafetler giymiş batıdan gelen yabancılar olarak dinlenme tesisine girdik. İçerideki insanlar ilgiyle futbol maçı izliyorlardı. Ama bizimle sohbet etmekten geri durmadılarr. Çay parasını ödemek istediğimizde siz misafirsiniz deyip ücret almadılar. Bunlar Batı’da alışık olmadığımız şeyler. Doğu – Batı farkı olsa gerek.
Yüksekova’ya yaklaştığımızda beklediğim gibi jandarma ve polisin kimlik kontrolü başladı. Birkaç gün önce yaşanan bazı olaylar nedeniyle bölgede OHAL ilan edilmişti. Bilinmezlik bende endişe yarattı. Beni belli bir süre tutabilirlerdi. Bu da Yüksekova’daki grubumuza yetişememek ve benim için faaliyetin iptal olması anlamına gelirdi. Her kontrolde dağcılık lisansımı gösterdim ve durumumu anlattım. Kimseye tavsiye etmiyorum ama adrenalin meraklılarına not düşeyim… OHAL’de kimliksiz dolaşmak isimli aktivitede adrenaline doyuyorsunuz 🙂 Neyse ki Yüksekova’ya sorunsuz geldim. Buradan şu dersi öğrendim; yolculuklarda başka bir çantaya ikinci bir kimlik (ehliyet, pasaport gibi) koymakta fayda var. Dönüş için şöyle bir çözüm düşündüm ve uyguladım. İstanbul’daki ailemi arayıp kaldığım otele ehliyetimi göndermelerini istedim. Faaliyet bitene kadar otelime kargo ulaşırdı. Nitekim bu planım kusursuz işledi. Denemedim ama büyük ihtimalle uçak için dağcılık lisansını kimlik olarak kabul ettiremezdim.
Diğer havalimanından gelen arkadaşlar çoktan otele yerleşmişlerdi. Yakındaki bir kafede Yüksekova Doğa Tutkunları ekibinin düzenlediği karşılama yemeğine katılmışlardı. Eşyalarımızı otelin lobisine bırakıp arkadaşlarımızın yanına gittik. Klos Dağcılık Yönetim Kurulu Başkanı Sönmez Erkaya, İstanbul’dan diğer tırmanış arkadaşlarımız ve Yüksekova Doğa Tutkunları ekibi ile bir araya geldik. Akşam yemeğinden sonra birlikte şarkı türkü söyledik. Harika gençlerle saz çalıp, türkü söyleyip, halay çekerek güzel bir akşam geçirdik.
Birinci Gün:
Sabah 2 minibüsle Yeşiltaş karakoluna geldik. Mehmetçikle tanıştık. Bizi sıcak karşıladılar. Komutan destekleyici konuşmasıyla moral motivasyonumuzu güçlü tuttu, bunun için minnettarız. 2013’de geldiğimde başka bir komutan kimliklerimizi alıp hepimize tek tek kendi isteğinle mi geldin diye sormuştu. Bunu güvenlik nedeniyle anlıyorum, ancak bu yaklaşım motivasyon açısından çok fark yaratıyor. Askerlerle hatıra fotoğrafı çektirdikten sonra yüksek moralle sırt çantalarımızı yüklendik ve yola çıktık.
Serpel yaylasına ulaşana kadar baştan sona yoğun batak karda ve kar yağışı altında yürüdük. Birçok çığ etabından geçtik. Bu manzaraya şahit olunca moraller düştü. İlk bölüm için durum böyleyse, sonraki bölümler daha problemlidir herhalde diye düşünmeye başladık… Gördüklerimizin Nepal veya Pakistan’daki Karakurum sıradağlarından hiçbir farkı yoktu.
Yanımda iç, orta ve dış olmak üzere 3 çift eldivenim vardı. Sadece orta katman eldivenin yeterli olacağını düşündüm ve bir çift eldiven takarak yola koyuldum. Akşama doğru elimdeki eldiven ıslandığından parmaklarımı üşütmeye başladı. Diğer eldivenler sırt çantamda ulaşması biraz zor yerdeydi. Kamp yerine ha ulaştık ha ulaşacaz derken üşenip eldiven değiştirmeyi sürekli erteledim. Hava karardığında ve rüzgar güçlendikçe acı duymaya başladım. Bu hatayı neredeyse parmak uçlarımı dondurarak ödüyordum. Buradan öğrendiğim ders, eldivenleri ne olursa olsun çantada kolay ulaşılacak yere koymalı!
Serpil Yaylası Kamp Alanına (2100m) 6.5 km’lik yol üzerinden 10 saat içerisinde ulaştık. Ancak burada hemen her yerde çığ riski mevcut olduğunu gördük. Kötünün iyisi bir yeri seçtik. Daha önce çığ düşmüş ve kar yükünü bir nebze boşaltmış bir yere hava kararırken çadırlarımızı kurduk. Sonra herkes uyku tulumunun içine girdi. O soğukta kaz tüyü uyku tulumlarının konforu öyle iyi geliyor ki anlatamam. Ana kucağı gibi…
İkinci Gün:
Ertesi gün hava aydınlanırken uyandık. Güneş henüz bizim çadırların üzerine vurmamış. 40-50m ilerimizde derenin diğer tarafındaki yamaca vuruyordu. Dağlarda güneş ışığı yakınızda ama henüz üzerinize gelmiyorsa, buzdolabının üst buzluk kapağının açılıp kapanması gibi ani ısı değişimleri hissedersiniz. Bu yüzden bizden çok uzak olmayan güneşin üzerimize vurmasını dört gözle bekliyoruz.
Bu sırada kahvaltı hazırlıklarına başladık. Çadır arkadaşımla dereden su getirmek için çadırın dışına çıktık. Dere kenarına geldiğimizde 3-4 metre kar yüksekliğinden dereye ulaşmanın imkansız olduğunu gördük. Boş pet şişeyi ipe bağlayıp dereye saldım. Pet şişesi çok hafif olduğu için dere içine batmıyor ve içine su dolmuyordu. 1.5 litrelik pet şişeyi yarım kesebilir veya yemek kabına bir ip bağlayıp dereye salabilirdik ama suyu dökmeden yukarı çekmek imkansız görünüyordu. Çünkü ip kuyu gibi dümdüz aşağıya inmiyordu. Orada bir istasyon kurup ip inişi yapmayı deneyebilirdik. Aç ve susuz olduğumuz için en zahmetsiz yöntemle suya erişmeye çalışıyorduk. Bu sefer termosuma bir ip bağlayıp dereye attım. Eskimoların balık tutması gibi bir görüntümüz vardı. Termosuma karabina takılabiliyordu. Termosoma ağız kısmında ufacık bir karabina vardı. Allahım bu özellik ne kadar hayat kurtarıcıymış. Burada tecrübe ettim. Termosla dökülmeden su çekip pet şişelere doldurmaya başladık. Bunu gören kamptaki diğer çadır sakinleri koşarak yanımıza geldiler ve ellerinde şişe/termoslarla su sırasına girdiler. Kamptaki herkesin tüm su ihtiyacını çadır arkadaşımla en ekonomik şekilde karşıladık. Dereden su çekemeseydik herkes kar eritmek için dağda en değerli eşyalarını, ocak kartuşlarını kullanıp gaz israfı yapacaktı. Kar suyunu içenler tadının ne kadar berbat olduğunu bilirler. Dağcılar kar suyunu eritip içine toz içecekler ekleyerek hem tadını iyi hale getirmeye çalışırlar hem de saf suda bulunmayan elektrolitleri dışarıdan takviye ederler. Buna gerek kalmadan istediğimiz kadar suya kavuştuğumuz için herkesin keyfi yerine gelmişti.
Ancak dünkü hava durumu ve çığ etapları nedeniyle morali düşen arkadaşlarımız devam etmek istemediler. Teknik toplantıda 6 kişi dönmeye karar verdi. Ocak kartuşlarını ve fazla yiyeceklerini aldık ve vedalaştık. Yerel rehberle geri döndüler. Biz de fazladan eşyaları bir çadırda bırakıp, diğer çadır ve sırt çantalarımızı topladık ve ardından kamp yüküyle yola çıktık.
2900 metredeki Horkedim yaylasına ulaşmak için, kamp yükü dolu sırt çantalarımızla yaptığımız 800 metrelik Azap Kulvarı adını verdiğimiz dik etap, bizim için büyük bir zorluk oluşturdu. Sırt çantam bir kurşun kadar ağırdı. 4 kişi kaldığımız çadırım 5.6 kg ağırlığındaydı ve sırayla taşıyorduk. Diz seviyesindeki kara, ayağı saplayıp kaldırmak petrol kuyusuna sondaj açmak gibi bir görüntüyü andırıyordu. Ayağımı kaldırıp bir sonraki adımı kara saplamak için gerildiğimde sırtımdaki kurşun gibi ağırlık beni geriye çekiyordu.
Sırtta o kadar ağırlıkla karda iz açmak acı vericiydi. Parayla çekilecek eziyet değildi bu. Takım çalışması olmasaydı tırmanmak 1-2 gün daha uzun sürerdi. Takım çalışması ve inanç olmasaydı katır gibi bu kadar ağırlık altına girip eziyet çeker miydim sanmıyorum. Sonunda alkış ya da ödül yok. Bu iş gönül işi.
Sabah başladığımız tırmanış gece 22:00’e gelirken bitik bir halde kamp yeri bakarak devam ediyordu. Hedefimiz 2900’deki yaylaya varmadan 100 metre daha aşağıda, hafif eğimli bir yerde kamp attık. Ertesi gün dinlenme günümüzdü.
Üçüncü Gün:
Dinlenme günü uyandık. Kahvaltı yaptık. Günü ufak tefek işlerle ama dinlenerek geçirdik. Sönmez fotoğraflarımıza konu mankeni olarak güzel bir katkı yaptı. Ama bu ona güneş yanığı ağrısı olarak döndü. 🙂
Hava karardığında herkes uyumak için çadırına çekildi. Ben farklı zaman dilimlerinde kolay uyuyabilen biri değilim. Çadır arkadaşlarım uyuyabilirken ben çoğunlukla gözlerim açık uyanık bekledim.
2013 yılında geldiğimde, İHA’lar sürekli kampımızın üzerinden uçuyordu. Doğanın kucağında o sessizlikte o kadar çok gürültü vardı ki, geceleri uyuyamadım. Teknoloji ilerlemiş herhalde bu sefer çok yukarıda uçuyorlardı ve ses düşüktü.
Dördüncü Gün:
Saat 01:00 civarı zirve kampımızdan hareket ederek zirve rotasına girdik. İleride gördüğüm her yükselti bitince ardından zirve hattını göreceğim umuduyla tırmanıyordum. Son derece yakın görünen tepelerden biri bitince artık tamam burası zirveye çok yakın dedim. Eyvahlar olsun başka bir tepe daha karşıma çıkıyordu. Zirve bir türlü görünmüyordu. 3700-3900 metre arası geçtiğim dik etap oldukçe yorucuydu. Üstümüzde güneşli, açık mavi bir gökyüzü, altımızda buzlu beyaz bir örtü var ama sanki ufuksuz bir çölde susuz kalmış gibi hissediyorum. Bir ara öndeki arkadaşıma, tepemizde turlayan şu İHA’lar soğuk su atsaydı ne güzel olurdu değil mi diye sayıkladığımı hatırlıyorum.
Uzaktan kara bulutlar geliyor, hava akşama doğru bozulacak gibiydi. Sis bulutları aralıklarla zirve hattına geliyor ve geçiyordu. Tatbikat yaptığımız sırada bir sis bulutu geldi ama geçip gitmedi. Gerilim dolu anların geleceğini söylüyordu adeta. Görüş mesafesi 30-40 metreye düştü. Hoca refleksimizin iyi olduğunu ve hep böyle dikkatli olmamız gerektiğini söyledi.
Ayağa kalktıktan sonra, birkaç adım atmıştık ki ani bir çatırtı sesi ve deprem gibi kısa bir sarsıntı oldu! Ayağım yerinden oynamıştı sanki. Yamaçta büyük bir kar kütlesi aniden gürültü ve sarsıntıyla kopmuştu. Beraberinde yamaç üzerinden bir miktar karı da alıp uçuruma uçtu. Ön sıralarda yer alan iki kadın arkadaşımız sağımızda kalan kuzey yamacındaki boşluğa düştüler. Hepimiz hemen sola doğru yere atladık ve kazmalarımızı yere sapladık. Sürüklenme durduğunda kimse yerinden hareket etmedi. Kendimi bir film setindeymiş gibi hissettim. Ancak yaşananlar gerçekti.
Düştü, düştü diye bağrışmalar!
Her kafadan bir ses çıkıyor!
Kimse uçurumun kenarına gidip kontrol edecek cesarete sahip değil!
Beyaz düz bir tabaka halinde korniş var ama neresine kadar gidilebileceğini tahmin etmek zor.
Tekrar bir kopma olup aşağı uçmaktan korkuyoruz.
Ölüm ve yaşam arasındaki ince çizgi dedikleri yer burası olmalı.
Hep o çizgi üstünde yürüyorduk ama şimdi o çizginin dışına çıkmıştık.
Hala oradalar mı yoksa uçuruma mı düştüler? Herkes gibi ben de yere yatmış pozisyonumu almış olduğum yerden olanı biteni anlamaya çalışıyordum. Arkama dönüp kimler eksik diye saymaya çalıştım. Kenan siper almış asker gibi mevzisinden kafasını kaldırıyordu. Kar sanki kendisine pusu kurmuş, bir sonraki ateşin nereden geleceğini tespit etmeye çalışıyordu. İpte biraz gerginlik var ama emin değiliz. Oltaya balık gelip gelmediğini anlamak için olta ipinin gerginliğini yoklarız ya aynı o şekilde ipi kontrol ediyoruz. Neden sonra iyi olup olmadıklarını bağırarak sorduk. O kadar aniden oldu ki hiç kimse bağırmaya fırsat bile bulamamıştı. Aşağıdan gelen çok zayıf bir ses vardı ama ne söylendiği anlaşılmıyordu. En azından hala hayatta biri vardı. Sönmez, herkese susun susun diye bağırdı. Sessizlik. Ve kendisi aşağıya seslendi. “İyi misiniz?” “…dkh jbfg..gdfsdsdfj” yine anlaşılmayan zayıf bir ses duyduk. Yüzlerce metrelik boşlukta iki arkadaşımız göbek hizasından ipe bağlı bir şekilde gökyüzüne bakar pozisyonda asılı durumdaydılar. Çantaları ve kazmaları uçuruma düşmüş. İyi olduklarını haykırıyorlardı ama bize sesleri çok az geliyordu. Ne düşünüyorlardı kim bilir? İnsan böyle anlarda, hayatının gözlerinin önünden film şeridi gibi geçiyor dedikleri o anı yaşıyor herhalde… Yoksa yarım kalmışlık, yaşanmamışlık veya bir daha aşık olamayacak olmanın hayal kırıklığı mı doluyor insanın içine? Bilmiyorum…Dakikaların saatler gibi geldiği anlardı bu anlar.
Yukarı tarafta Sönmez, kazma ile bir istasyon kurmaya başladı. İp üzerindeki ağırlığı istasyona aktararak emniyet aldı ve ip birliğinden çıktı. Hemen arkasında Recep abi (Kulaber) uçurumun çok yakınında yüzüstü yatıyordu. Boğazının üzerinden ip geçiyor ve sıkıca yere bastırarak nefes almasını zorlaştırıyordu. İstasyon kurulunca ön tarafta biraz rahatlama oldu. Düşenlerin hemen arkasında uçuruma en yakın duran kişide ağırlık devam ediyordu. Buradaki yükü almak gerekiyordu. Yükü binen önümdeki arkadaşım herhalde şoktan olacak iki kez ipten çıkayım mı diye sordu. Aklında ipten çıkıp ATC ile emniyet almak varmış. Ama bu mantıklı bir hareket değildi. Çünkü yamaçta aşağıya doğru yatıyordu ve ayağıyla destek alacak bir pozisyonda değildi. Onun arkasındaydım, yere yatmış olanları izliyordum.
Ve ipten çıkarsa bana gelecek yükü karşılamaya hazırlanıyordum. Hepimiz aynı anda itiraz edince ipten çıkmadı. Sonra Sönmez’in yönlendirmesiyle yavaşça sola süründük. Düşen arkadaşlar biraz daha yükselip yamaca yakınlaşmışlardı. Seslerini duymaya ve anlamaya başlıyorduk. Uçuruma ucunda karabina bağlı bir ip salladık ve yamaca en yakın kişiden onu yakalayıp emniyet kemerine takmasını istedik. İpi ilk salladığımızda arkadaşımıza ulaşmadı. Bu sefer ipte asılı arkadaşımız şoktan olacak herhalde, kendisine gönderilen karabina ulaşmadan bağlı olduğum ipten çıkayım mı diye sormaya başladı. Daha sonra ana ipin kornişin altına sıkıştığını öğrendik, bu yüzden ikisini birden yukarı çekemiyorduk. O sırada bize çok mantıksız gelen bu soruyu, meğer ipten çıkarsa diğer arkadaşının kurtulacağını düşündüğü için söylemiş.
Kendisini feda edip arkadaşını kurtarmak istemiş. Böyle anlarda insan nasıl kendini feda edebilir? İçimizde bir yerde gizli böyle şeyler olmalı… Normal zamanlarda çok bencil bir varlık olan insan, bazı anlar geldiğinde o gizli şey ortaya çıkıyor ve bir yakını, bir arkadaşı veya hiç tanımadığı bir başkası için canından vazgeçmek isteyebiliyor.
Neyse ki tek başına böyle bir karar almadan, denemelerimizin birinde gönderdiğimiz ucunda karabina bağlı ipi yakaladı, kemerine bağladı ve sonra diğer arkadaşıyla bağlı olduğu ipten ayrıldı. Ve ip kurtarma tekniğiyle önce ana ipten çıkan arkadaşımızı sonra diğerini yukarı çektik. Uçurumdan, bir elin yükseldiğini görmek film sahnesi gibiydi. Hepimiz arkadaşlarımızın aşağıdan tam parça gelmelerini ümit ediyorduk. Hayatta olduklarını görmekten hepimiz mutlu olduk. Kurtulan arkadaşlarımızın kucaklaşmaları ve sevinçleri duygusal anlara neden oldu. Kelimeler ile anlatılamayacak bir duygu durumu yaşıyorduk. Arkadaşlarımız, bir anda boşluğa düşmüşler biz ise yamaç kenarında kalmıştık. Bazen gerçekten manevi bir şeyin sizi koruduğunu hissedersiniz. Film sahnesini aratmayan 10-15 dakikalık olayda çok şükür herhangi bir fiziksel sağlık problemi yaşamadık ama zihinsel olarak oldukça etkilendik.
Sonra yere çömeldik ve bir daire oluşturduk. Herkesin görüşleri tek tek soruldu. Tamam mı, devam mı? Bazı arkadaşlarımız emek verip bu noktaya kadar geldik, yapabiliriz diyerek devam etmek istediler. Böyle bir dağ faaliyetine tekrar katılmak kolay değildi. Diğer sporlarda olduğu gibi dağcılıkta da antrenman yapılması gerekiyor. En az 2-3 ay önceden başka dağlara gidip antrenman tırmanışı yapılması, aklimitizasyon denen vücudun yüksek irtifaya hazırlanması süreçlerinden geçmek gerekiyor. Bunun dışında diğer bazı zorluklar da olabiliyor. Bir işte çalışan insanların iş yerlerinden izin alması, resmi makamlardan izin alınması, izinler halledilse hava şartları el vermeyebiliyor. Malzeme ve lojistiğe hatırı sayılır bir miktar para harcamak gibi zorluklar bulunuyor. Metraj yükseldikçe masraflar da artıyor. Örneğin 7000 metrenin üstündeki dağlar gökyüzüne yaklaşırken masraflar da gökyüzüne yaklaşıyor. Her denemede en az 20 bin dolar gibi astronomik sayıları gözden çıkarmak gerekiyor. Bir sponsor bulsa dahi bir dağcı kaç defa böyle deneme şansı bulabilir ki?
Hepimiz türlü zorlukların farkındaydık. Ancak çömeldiğimiz kayanın üzerinde en az birkaç metrelik kar birikmişti ve kayalık alanın nerede başlayıp nerede bittiği tam anlaşılmıyordu. Tamamen beyaz bir kar kütlesinin üzerinde yürüyeceğiz ama altı kaya mı boşluk mu belli değildi. Beyaz güzel olduğu kadar ölümcül de olabilirdi. Önümüzde, aynı olayı defalarca yaşayabileceğimiz bir sırt hattı duruyordu. Karadağ anlamına gelen Reşko zirvesi, beyazlara bürünmüş bizi çağırıyordu.
Az kalan enerjimizin neredeyse tamamını kurtarmaya harcamıştık. Zirve kampına dönebilir, dinlenebilir ve ertesi gün tekrar gelebilirdik. Ama yiyeceğimiz de yeterli değildi. Çoğunluk olarak tırmanıştan vazgeçtik ve geri dönmeye karar verdik. Dağ orada duruyordu. Başka bir kış sezonu tekrar gelip deneyebilirdik.
Burada ip birliği kararı eleştirilebilir. Ancak 3-4 kişi ile hareket ediyor olsaydık muhtemelen 3-4 arkadaşımız birden uçuruma giderdi. Fakat başka bir yerde aynı ipe bağlı çok fazla dağcı olsaydı, 3-4’ten daha büyük bir felakete neden olabilirdi. Buna çok dikkat etmek gerekiyor. Bu kararın çok isabetli alınması gerekiyor, aksi halde kurtarıcı olduğu gibi daha büyük felakete neden olabilir. Bizim durumumuzda ip birliğinde hafif arkadaşların öne konulması bilinçli ve önemli bir seçimdi. Önde ağır arkadaşlar olsaydı, düşüş olduğunda hepimizi uçuruma çekebilirlerdi. Hafif kişilerin öne koyulması doğru bir karardı. Ama orada aynı anda yere kapanarak tatbikat yapmamız hatalı bir karardı. Bu zayıflayarak kar kütlesinin kopmasını tetiklemiş olabilir, bunu geride bir yerde yapabilirdik. Belki bu da iyi bir olasılıktı, çünkü kar kütlesi tırmanırken değil de aynı izlerden dönerken inişte kopsaydı daha zor bir durum yaşayabilirdik.
Zirve kampımıza döndüğümüzde hemen çadırlara girip geceyi dinlenerek geçirdik. 18 saattir ayaktaydık ve dinlenmeyi hak etmiştik.
Beşinci Gün:
Ertesi gün hava ağarıyor. Saat 06:00 civarı hepimiz uyanıyoruz. Hayata yeniden dönmek ve güneşe uyanmak ne kadar güzel… 2 arkadaşımız akşama uçak biletleri olduğu için hemen geri dönüş yoluna çıkmak için sabırsızlanıyorlar. Keyifli bir kahvaltı yapmak istiyoruz. Onları yetişemezsiniz, ertesi günü gidersiniz diye ikna etmeye çalışıyoruz ancak işleri nedeniyle dönmek istiyorlar. Sönmez, yerel rehberle önden gitmelerine izin veriyor. Kahvaltının tadını çıkarıyoruz. Dağda sıcak bir şeyler içmek o kadar değerli ki anlatamam.
Kahvaltı yaptıktan sonra çadırları toplayıp yola çıkmak yaklaşık 2 saat sürüyor.
Ana kampa doğru ilerlerken uzaktan helikopter sesi duyuyoruz. Üstümüzden geçip etrafımızda turluyorlar. Güvenlik amacıyla görev uçuşu yaptıklarını düşünüyoruz. Helikopter görünce genellikle yapılan şey el sallamaktır ya… Yanlış anlaşılmamak için herhangi bir el işareti yapmama konusunda birbirimizi uyardık. Bize yakın bir yerde inişe başlayınca meraklı gözlerle birbirimize baktık. Çekinerek helikoptere doğru ilerledik.
Hepimiz helikoptere bindik ve 10-15 dakikalık bir uçuştan sonra bizi yüksek bir yamaçta konuşlanmış bir karakola indirdiler. Ana kampta bıraktığımız çadır ve eşyalarımız olduğunu söyledik. Onları almak için ben ve Sönmez helikopterde kaldık, diğer arkadaşlarımız karakolda dinlenmek için indiler, biz tekrar havalandık. Ana kampa vardığımızda helikopterin inebileceği düz bir yer yoktu.
Sönmez ile 2-3 metre yükseklikte helikopterden atlayarak çadırı sökmeye gittik. Ana kampta Husky marka çadırlar vardı. Uzun yıllardır ekonomik nedenlerle kullandığım bu çadır, helikopter pervanesinin ürettiği kuvvetli rüzgâr nedeniyle fiyakası bozulmuştu. Helikopter, rüzgar kuvveti en az 80 km olan bir fırtına etkisi yaratmıştı. Daha önce hiç bu kadar şiddetli bir fırtınaya yakalanmamıştım. Husky dikdörtgen yapıda yüksek bir çadır, bu yüzden konforlu ama şiddetli bir fırtınada ne kadar güvenilir olacağı soru işareti oluşturdu bende. Ayrıca keşke Sönmez’in kubbe yapıdaki efsane NorthFace çadırı yanında kurulu olsaydı, Husky ile nasıl yan yana duracağını merak ediyorum. Sönmez, NorthFace çadırını bir sonraki kamp alanına götürdüğü için oraya kurulmamıştı. Ana kamptaki çadırları söktük ve eşyaları hızla topladık. Bu arada helikopter hafif eğimli bir yer buldu ve mürettebat camdan dikkatlice etrafı kontrol ederek pilota arabayı park eder gibi helikopterin tekerleklerini yere değdirmesi için yardımcı oldular. Malzemelerimizi çalışan helikoptere taşıdık, hızlıca helikoptere atlayıp havalandık.
Üs bölgesine vardığımızda yine çalışan helikoptere diğer arkadaşlarımızı bindirerek direkt Yüksekova Garnizonu’na uçtuk. Önden giden arkadaşlarımız vadiye girdikleri için onları alamadık. Mehmetçiğin ilgisi ve yardımları bizi mutlu etti. Çay ve ikramlar bizi mest etti. Dağ ortamındayken birkaç dakika içinde uygarlığa ışınlanmış çaylarımızı içip gelen ikramları hüpletiyorduk. Değerli komutanlarımızla, tırmanışımız, bölgenin sorunları ve kış turizmine kazandırılması gibi birçok konuda keyifli bir sohbet gerçekleştirdik ve hatıra fotoğrafı çektik.
Bu sırada ilçe merkezinden çağırdığımız helikopterle (ha ha ha tamam gerçek dünyaya dönüyorum 🙂 normal 27’lik bir minibüs ile kaldığımız otele döndük. İşin ironik yanı, önden giden 3 arkadaşımız yürüyerek tam tur faaliyeti tamamladılar. Biz öğleden sonra 14:30 gibi ilçe merkezine ulaşıp otelimizde dinlenirken onlar daha vadiden çıkamamışlardı. Uçaklarını da kaçırdılar. Birlikte yaptığımız akşam yemeğine ancak yetişebildiler. Bu bahtsız arkadaşlar kim söylemiyorum fotoğraflardan belki tahmin edilebilir (Bir ipucu: Yerde kardan yansıyan ışınlara daha uzun süre maruz kaldıkları için yüzleri daha fazla yanmış olabilir 🙂
Altıncı Gün:
Ertesi gün sabah vedalaştık. Çoğunluk uçakla İstanbul’a döndü. Ben Sönmez’in oluşturduğu küçük bir ekiple önce Van’a sonra Bingöl’e gittim. Amacımız daha önce keşfettiğimiz donmuş bir şelaleye tırmanmaktı. Bütün gün şehirlerarası bir minibüste seyahat ile geçti. Pencereden baktığımda her yer bembeyazdı. Aracın teybinde Ahmet Kaya kaseti – Sensiz Yaşayabilmirem çalıyordu. Hüzün ve sessizlik aracın içini doldurunca Sönmez sıkılmış olacak hareketli bir türkü söylemeye başladı. Yolcular rahatsız olurlar hatta tatsızlık çıkar diye çekinmiştim. Ama Sönmez güzel söyleyince minibüs içinde bir itiraz olmadı. Diğer yolcular da beğendi. Hatta telefonla video çeken sosyal medyada canlı yayın yapanlar bile oldu. Sönmez şarkı türküyle samimiyet kazanınca soğuk ortam birden ısındı. Yolcularla 40 yıllık tanıdık gibi sohbet etmeye başladık. Elbette herkesin içinde bir derdi vardı. Kimisi hasta akrabasını görmeye, kimisi cezaevindeki eşini ziyarete gidiyordu.
Yedinci Gün:
Sabah erkenden Bingöl Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü’nü ziyaret ettik. Yetkililer ve Bingöl TDF İl temsilcisi arkadaşımızla tanıştık. Onların yardımıyla bölgede tam anlamıyla bir şelale avına çıktık. Ancak tüm şelalelerin soğuk hava şartlarına rağmen sadece ocak ve şubat aylarında donduğunu, diğer zamanlarda ise tırmanmaya elverişli olmadığını gördük. Kısa ama verimli Bingöl keşfimizin ardından uçakla İstanbul’a evimize döndük.
Tırmanışımız bazı yazılı basın ve internet medyasında haber olarak yayınladı.
Teşekkür
Bu büyük ve önemli kış faaliyetine emeği geçen, yardım ve desteğini esirgemeyen tüm kurum, kuruluş ve ip arkadaşlarıma şükran borçluyum. Cilo’ya tekrar geleceğiz, söz verdik. Çünkü dağ orada duruyor ve ona tırmanmak isteyenlere macera vaat etmeye devam ediyor.
Dip not: Cilo Dağlarıyla ilgili Fujifilm’in hazırladığı güzel bir film var, bu coğrafyayı merak ediyorsanız video adresini ekliyorum izlemenizi tavsiye ederim: https://vimeo.com/139283269
– Sosyal Medya ve İletişim –
►I N S T A G R A M – http://www.instagram.com/alidoguyildiz
►F A C E B O O K – https://www.facebook.com/alidoguyildiz
►B L O G – http://www.yuksektepeler.com
►İ L E T İ Ş İ M – [email protected]
19. Ölüdeniz Hava Oyunları Festivali’ne ilk defa katıldım.
50’nin üzerinde ülkeden 900’ün üzerinde pilot gelmiş ve günde yaklaşık 2000 uçuş yapılmış Babadağ’dan… Yamaç paraşütüyle birlikte Base jump (serbest düşüş), skydiving (gökyüzü dalışı), wingsuit (yarasa adam uçuşu) ve çeşitli akrobasi gösterileri yapan pilotları görmek, ilk defa bu kadar kalabalık pilotla beraber gökyüzünde uçuş yapmak beni çok heyecanlandırdı. Kalkış ve iniş trafiği stres yaratsa da dağdan uçup plaja iniş yapılan dünyada ilk 5 içerisinde olan böylesi güzel bir coğrafyada benim için rüya gibi bir hafta yaşadım.
Festivalde yamaç paraşütü başlangıç eğitimini aldığım Fenomen Sports‘dan Tuğcan ve Abdullah Yıldız hoca ile karşılaştım…
19. Ölüdeniz Hava Oyunları Festivali’nde otelde kaldığım oda numarası… Resepsiyondaki arkadaşlar bunu uygun görmüşler 🙂 Pilot sertifikaları P1-P2-P3-P4-P5 diye sıralanıyor. P-3 orta seviye deneyimli pilot demek. Seneye yandaki oda P-4 benim 😋
Plajda belediyenin minibüslerini beklerken…20 TL ödeyip 1900 metre pistine çıkmak için bekliyoruz.
1900 metre Patara pistinde rüzgar gelmesini beklerken… Buna Parawaiting deniyor. Paragliding adına gönderme yapılarak bulunmuş. İnsanı sabır taşına dönüştürür. Derviş mertebesine erişen pilotlar olduğu söylenmekte 🙂
Bu da 1700 metre pisti. Tertemiz parke taşı serili… Fotoğraf çektiğim yerde seyir terası olan bir Cafe-Restaurant var. Dağda büyük konfor… 1900 metre pistine de benzer yatırım yapmaya değer bir yer Babadağ. En azından kalkış pistinin temizlenip düzenlenmesi ve pistlerin rüzgar hızı, yönü gibi take-off’un durumunu aşağıdan görmemizi sağlayan kamera ve göstergeler konulması buraya büyük hizmet olur. Babadağ’da toplam üç pist var. 1900 metre kuzey zirve pistinde rüzgar olmadığı zaman 1700 metre güney pistine iniyoruz veya tam tersi.
Festivalde 1700 metre pistinden uçuşuma ait kayıt ettiğim görüntüler aşağıdadır…
– Sosyal Medya ve İletişim –
►I N S T A G R A M – http://www.instagram.com/alidoguyildiz
►F A C E B O O K – https://www.facebook.com/alidoguyildiz
►B L O G – http://www.yuksektepeler.com
►İ L E T İ Ş İ M – [email protected]
3500 kişinin bir arada olduğu bir yerde çalışıyorum. Hemen herkesi tanımak mümkün değil. Zamanla iş amaçlı yeni insanlarla tanışıyorum. Haliyle her insan farklı bir dünya gibi geliyor. Yeni birisiyle tanıştığımda genellikle muhabbeti hangi sporu yaptığına getiriyorum. Ve bununla ilgili bir hayali olup olmadığını öğrenmeye çalışıyorum. Bilgi paylaştıkça çoğalır diyorlar ya hayaller de paylaştıkça çoğalıyor 🙂 Tabii ki buradaki amaç bir başkasının hayalini birebir çalmak değil, o hayali kendi hayallerine eklemek için bir ilham aracı haline getirmek. Müzikte de böyle değil mi bu işler? Müzisyen yeni bir şeyler ortaya çıkarmak için bir çok farklı insanın çalışmalarını dinlemiyor mu… Benimki de benzer bir istek.
Bana uzun bir yol kat etmişiz gibi geldi ama haritaya daha sonra baktığımda barajın sadece %10’luk bir bölümünü dolaşmışız.
Bu keyifli etkinlikten sonra kendi kanomu almaya karar verdim. Ve ilk haftasonu hemen harekete geçtim. Arkadaşım Hakan ile ortaklaşa kanoya girdim 😉 Açıkçası kanoyu ortak satın almak mantıklı geldi. Kanoların bir – iki – üç kişilik modelleri var. Kanoda mutlaka bir misafiriniz olur diye en az iki kişilik alınmasını önerdiklerini öğrendim. Arkadaşınızla aktivite yapıyorsanız tek kişilik kano satın almak hem ekstra maliyet hem de taşıma açısından ekstra çaba demek. Tek başına kullanmanın verdiği zevk farklı olabilir ama 2 kişi kullanım daha konforlu oluyor.
Şarjı düşük, kanoyu artık şişirmiyor. Pompa kutusundan araç şarj kablosu çıktı ama bizim arabamız yok ki motorla geldik. Motorumuzun araç şarj çıkışı olmadığı için Hakan pompayı aldı, yakındaki bir köy kahvesine gitti ve pompayı şarj edip getirmesi 1 saate yakın sürdü. Geri döndüğünde, 1 saatlik şarjın da kanoyu tam olarak şişiremediğini gördük. Kano üç ayrı şişirilebilir parçadan oluşuyor. Tamamen şişirilmeden suya girmek mümkün değil. Böyle basit bir sebepten faaliyetimiz başarısız oldu iyi mi, kös kös döndük oradan.
Ertesi gün Pazar… Nasıl hırs doluyuz. Pazar kahvaltısını yaptıktan sonra buluştuk. Elektirikli pompanın bir yalan olduğunu anladık. İstikamet yine Decathlon. Manuel bir pompa aldık. Yine de şarjlı pompayı akşamdan şarj edip yanımıza aldık. İstikamet bu sefer Ömerli barajı değil. Hem uzak kalıyor, hem birşey eksik çıkarsa dönmesi kolay değil. Caddebostan’da daha önce Hakan’la rüzgar sörfü kursu aldığımız bir yer vardı. Orası hem yakın, hem de oradan denize girmesi kolay olacağına karar verdik. Caddebostan’a geldiğimizde motorumuzu Marmara Yelken Kulübü’nün yanına park edip kendimizi bisiklet yolunun yanındaki çimenlere attık. Hava sıcak. Motor da yordu biraz. Kısa bir mola verdik.
Çimlere serilip dinlenmece faslından sonra, kanoyu sırt çantamızdan çıkarttık. Şarjlı pompa, bu sefer tam şişirdi. Manuel pompaya ihtiyaç olmadı. Onu da lazım olur diye kanonun içine koyduk. Sonra kendimizi denize attık. Deniz çarşaf gibi. Ama kano istediğimiz gibi gitmiyor. Yönü sürekli değişiyor. Allah Allah! Bu böyle kontrol etmesi zor değildi diye söyleniyorum. Ben keyif alamıyorum. Moralimiz bozuluyor. Sonra aklıma geldi. Kanonun altında 3 tane salma aparatı var, onları takmayı unutmuşuz. Salma, suda düz seyir etmeye yarıyor. Nasıl hırs yaptıysak, en önemli şeyleri aceleyle atlamışız. Neyse ki kıyıdan çok uzakta değiliz. Biraz fazladan mücadeleyle kıyıya çıktık, motorun bagajında unuttuğumuz 3 salmayı getirip kanonun altına taktık. Yine denizdeyiz. Oh be, dünya varmış, kürek çekince artık düz gidiyor. Hah şöyle, şimdi keyif almaya başladık.
– Çek kürekleri çek çek!
– İyi gidiyoruz yahu!
Rüzgar sörfçüleri adalara doğru yanımızdan yelken açıyor. Rüzgar sörfçü arkadaşlara da özeniyoruz, ancak şu an ilgimiz kano. Ne yapabileceğimizi ve ne yapamayacağımızı merak edip anlamaya çalışıyoruz.
İleriye bakıyorum. Yarışma mı var acaba, rüzgar sörfçüleri oldukça kalabalık toplanmışlar. Genellikle hafta sonu yarış olduğunda böyle kalabalıklaşıyorlar. Neyse, biraz daha açılalım bakalım. Kanonun kılavuzunda kıyıdan en fazla 300 m açılabileceğimize dair bir uyarı kalmış aklımda. Muhtemelen güvenlik nedeniyle böyle bir uyarı koymuşlar. Mesafeleri çok kestiremiyorum ama 300 metreyi çoktan geçmişizdir. Merak duygusu ağır basıyor. Birbirimize adalara gidebilir miyiz diye soruyoruz. Benim durumum iyi. Hakan da öyle. Hadi gidelim o zaman diyoruz. Gerekirse döneriz. Hakan önde ben arkada kürek çekiyoruz. Kıyıdan uzaklaştıkça apartmanlar küçüldüğü gibi, çarşaf gibi denizden de eser kalmıyor. Dalgalar ve akıntı, başa çıkılması zor bir probleme dönüşüyor.
Bir de boğaz trafiği var artık. Sağdan sola soldan sağa gelip geçen tekneler ve nadir de olsa büyük gemiler ve tarifeli vapurlar var. Onlar karaya paralel biz dikine gidiyoruz. Uzaktan gelen bir tekne gördüğümüzde hemen hesaplamalara başlıyoruz. Acaba bekleyelim mi yoksa küreklere asılıp geçmeye mi çalışalım? Genelde bekliyoruz. Bizi geçen teknelerin ve vapurların yarattığı dalgalardan kurtulmak için mücadele ediyoruz. Gelen dalgalara tam dikey olarak girmeye çalışıyoruz, aksi takdirde büyük bir dalganın dengemizi bozması ve bizi devirmesi ihtimali var. Ya da su almaya başlayabiliriz.
2 saatlik mücadelenin ardından Kınalıada’ya varıyoruz. Plajda oyun oynayan çocukların arasından karaya çıkıyoruz. Bizi gördüklerine şaşırıyorlar. Plajda güneşlenenler, nerden çıktı bunlar der gibi bakıyorlar. Kanoyu plajda bırakıp ağaçların altında gölgelik bir yer bulup dinleniyoruz. Caddebostan’dan Kınalıada’ya öğle vakti temmuz güneşi tepemizde iken şapkasız kürek çekerek geldik.
Hazırlık yapmadan akışına bırakarak buralara kadar sorunsuz geldik. Ancak yanımızdaki 2 adet 1.5 litrelik su şişemiz bitti. Yanımıza yiyecek almadığımız gibi para ya da cüzdan da almamıştık. Dönüşü tarifeli bir vapurla yapmayı düşündük ama paramız yoktu. Biraz zahmetli olacak ama yapacak bir şey yok. Tek yapabileceğimiz seve seve küreklere asılmak. Bu sefer bir değişiklik yapalım dedik, önde ben Hakan arkada, kanoyu suya indiriyoruz. Suya girdikten sonra ilk birkaç dakika hızlı ilerliyoruz. Dinlenmek mi yaradı acaba. Ya da bana öyle geliyor. Kıyıda dalgaların olmaması da bir sebep olabilir. Kıyıdan 1-2 km uzaklaştığımızda ızdırap başlıyor. Dalgalara karşı kürek çekmek zorluyor. Trafik artmış gibi sürekli bir tekne gelip geçiyor. Birinin geçmesini beklerken tekne aniden yönünü değiştiriyor. Bize doğru geliyor. Napıyor bu ya derken Cemal Kaptan isimli tekneden bize sesleniyorlar:
“- Bir sorun var mı gençler yardım ister misiniz?”
“- Yok yok sağolun…”
diye cevaplıyoruz; yoluna gidiyor. Bize ufak bir heyecan yaşatıyor Cemal kaptan.
Suyumuz bitti. Susuzluktan dolayı güneş altında kürek çekmek işkenceye dönüyor. Hakan, kürek çekerken üzerine su sıçrattığım için bana kızıyor. Denizdeyiz yahu, ıslanmaktan doğal ne var diyip tartışma başlatasım var. Survivor aklıma geliyor. Adada ilk zamanlar normal geçerken yaşam koşulları zorlaştıkça kavgalara tutuşmaları bundanmış demek. Keşke öne ben otursaydım. Yer değiştiremiyoruz. Çünkü kanonun dalgalar arasında dengesi çok güvenilir değil. Ayağa kalkmak ve dengede durmak zor.
Karşı kıyıda kerteriz alıp oraya kürek çekmeye çalışıyorum. Düzgün kürek çekemiyorum çünkü dalga nedeniyle kanonun burnu kerteriz aldığım noktadan sürekli sapıyor. Bir defa soldan kürek çekerken 2-3 defa sağdan kürek çekiyorum. Doğal olarak Hakan ile senkronize olamıyorum. Ayrıca, su sıçramasını önlemek için küreği denize fazla sokmadan yavaş ve dikkatli bir şekilde kürek çekiyorum. Hakan bu sefer ben kürek çekemiyorum diye sinirleniyor. Yok kürek çekmiyor muşum yok kendisi beni taşıyormuş falan filan. Başına güneş mi geçti nedir? Kürekle kafasına kafasına vurasım var! Kürek mahkumlarından beter oldum yahu! Dilim damağım kurudu. Tepemde dönen akbabaları görmeye başlamak üzereyim…
Görüntüsünden pahalı olduğu her halinden belli yelkenli yatlardan biri bize yaklaşıyor. İçinde şık giyimli kızlı erkekli bir grup var belli ki boğaz turuna çıkmışlar. Bir sorun olup olmadığını soruyorlar. Sorun yok diyoruz. Kibarlık kalmamış bizde, bir teşekkür etmek aklımıza gelmiyor. Ya da artık fazladan bir kelime söylemeye takatimiz kalmamış. Geldikleri gibi hızlıca uzaklaşıyorlar. Dışarıdan halimizi görenler acıyorlar demek ki. Ya da Hakan çok arkaya yaslanarak, hatta yatarak kürek çekiyor. Belki de bu yüzden bir sorun olduğunu düşünüyorlar, bilmiyorum. Bu sırada kanoda su birikmeye başlamış. 2 saat geçti ama yolun yarısındaydık. Hala karşı kıyıyı seçemiyoruz. Allah’ım kıyıya ulaşmak mümkün olacak mı? Kerteriz aldığımız noktaya doğru kürek çekmekten başka seçeneğimiz yok. Kanodaki biriken su miktarı artıyor. Nerden geliyor bu kadar su bilmiyorum. Popom suyun içinde kaldı, gömülüyorum. Kürek çekmek daha zorlaşıyor. Keşke su geçirmez bir poşet/çanta alsaydık. Telefon var yanımızda. Bunun gibi elektronik cihazlar için mutlaka su geçirmez torba kullanmak gerekiyor.
Biraz önceki yelkenli tekrar yanımıza geliyor. Bir kez daha yardım isteyip istemediğimizi soruyor. İç sesimiz “Evet, iyi olur, bizi de alın” derken neden bilmem bu dışarıya “Teşekkürler, her şey yolunda” olarak çıkıyor. Hayreti mucip. Batana kadar yardım istemeyeceğiz, pes etmeyeceğiz. Gururumuzun dibi boylaması kanonun batmasından daha kötü hissettiriyor.
Akşam serinliği ile birlikte sert rüzgar başlıyor. Ortam gerginliğini koruyor. Bana kanoyu tanıtan iş arkadaşım, rüzgar sörfü gibi gitmeye yarayan çok basit bir yelken aparatı olduğunu söylemişti. AliExpress’den almış çok ucuz bir fiyata, keşke yanımızda olsaydı diyorum. Kanonun ucuna takar rüzgardan faydalanabilirdik. Sonunda kıyı yaklaşıyor gözümüze. 4,5-5 saatlik mücadelenin ardından son bir gayretle karaya çıkıyoruz. Ama ne çıkmak! Kanodan inerken yorgunluktan sendeliyoruz. Ayakta duramayacak kadar bitmiş haldeyiz…Marmara Yelken Kulübü’nün içinde bir çeşmeye bağlı hortumdan temiz su bulup kanoyu yıkıyoruz. Ve sonra bir süre suyun süzülmesini bekleyip havasını söndürüyoruz.
Sahilde orta sınıf bir restorana giriyoruz. Üst başımız biraz kötü ama yedek kıyafetleri giyince ve yemek yiyince biraz kendimize geliyoruz. Yaşadığımız bu ilginç deneyim nedeniyle şaşkınız ve hararetli bir şekilde kritiğini yapıyoruz. Tekrar gelip bu sefer sahile paralel gitmeyi denemeye karar veriyoruz. Akşam karanlığında kanoyu motorun heybesine atıp evin yolunu tutuyoruz…
– Sosyal Medya ve İletişim –
►I N S T A G R A M – http://www.instagram.com/alidoguyildiz
►F A C E B O O K – https://www.facebook.com/alidoguyildiz
►B L O G – http://www.yuksektepeler.com
►İ L E T İ Ş İ M – [email protected]
Kim korkar doğada yalnız dolaşmaktan! Eskiden ormanda dolaşırken kaybolmamak için işaretler konulurmuş. İşte ufak bir dal kırılır, ağaca bez bağlanır falan…Teknoloji geldi ve işler değişti.
Bu videoda doğada yön bulma hakkında konuşuyorum ve Suunto marka GPS’li saat tanıtımı yapacağım. Piyasada iki iyi GPS’li saat bulunmaktadır: Suunto Ambit3 Peak ve Garmin Fenix. Daha düşük bir bütçe ayırabilenler, Xiaomi Amazfit modelini inceleyebilir, fiyat performans oranı iyidir kısa bir süre test ettim, öneririm.
There’s nothing to be afraid of solo hiking! In this video I talk about how to navigate outdoor and I am introducing the Suunto Ambit Peak 3 GPS watch. There are two good GPS watches on the market: Suunto Ambit3 Peak and Garmin Fenix. Those who have lower budgets can opt for the Xiaomi Amazfit model, I would suggest that price/performance ratio is good I have tested it shortly.
– Sosyal Medya ve İletişim –
►I N S T A G R A M – http://www.instagram.com/alidoguyildiz
►F A C E B O O K – https://www.facebook.com/alidoguyildiz
►B L O G – http://www.yuksektepeler.com
►İ L E T İ Ş İ M – [email protected]
Masa tenisi raketime Spin’li yeni bir lastik aldım, kendimiz değiştiriyoruz. Yorumlarınızı ve sorularınızı bekliyoruz.
Kullandığımız malzemeleri şuradan aldık:
Su bazlı yapıştırıcı markası Free Chack Pro butterfly – https://www.spinspor.com.tr/free-chack-pro-37-ml
Masa Tenisi Raket Lastiği Marka ve Modeli: Stiga Calibra Lt Spin – https://www.masatenisi.com/stiga-33
– Sosyal Medya ve İletişim –
►I N S T A G R A M – http://www.instagram.com/alidoguyildiz
►F A C E B O O K – https://www.facebook.com/alidoguyildiz
►B L O G – http://www.yuksektepeler.com
►İ L E T İ Ş İ M – [email protected]
Aladağları özlemişim. Heybetli dağ silsileri ile yeniden buluşmak eski bir dost ile yeniden karşılaşmak gibiydi. Mehmet abinin sürekli hoplatan rahatsız traktör yolculuğunu bile özlemişim. Gerçi o traktör dönüşteki yorgunlukta limuzin gibi geliyor insana. Yanlarında drone getiren bir grup gördüm. Traktörle dönerken tepelerinde takip eden drone ile görüntü kayıt ediyorlardı. Bir de epey kalabalık -yaklaşık 45 kişi- üniversite öğrencilerinden oluşan bir grupla karşılaştık. İlk tırmanış faaliyetlerini yapıyorlardı.
Haziran 2016 itibariyle yemek paketlerinin birim fiyatları hakkında bilgi vereyim. Piyasada istediğiniz zaman stok bulma sıkıntısı olabiliyor, sıkı takip etmek lazım. Ben paket raf ömrü uzun olduğu için (1-2 sene) ben ana üreticisinden toplu sipariş vererek aldım. Üretici firma adresi: http://www.unifo.com.tr
Bu da satış sitesi: https://store.tada.com.tr
Salsa Soslu veya Beyaz soslu tavuk: 4.8 TL
Kıyma soslu makarna: 3.7 TL
Barbunya pilaki: 3.85 TL
Üzüm hoşafı: 1.65 TL
Isıtıcı Kimyasal: 2.5 TL
Isıtıcı Poşet: 2.0 TL
– Sosyal Medya ve İletişim –
►I N S T A G R A M – http://www.instagram.com/alidoguyildiz
►F A C E B O O K – https://www.facebook.com/alidoguyildiz
►B L O G – http://www.yuksektepeler.com
►İ L E T İ Ş İ M – [email protected]
Teknik Malzeme: Kazma, Krampon, Kask, Baton, Kürek, Gps, Telsiz
Hava Durumu: Tırmanış süresince gökyüzü açık, sıcaklık gece en düşük -8 ile öğlen +2 derece aralığında, az rüzgârlı (5-10 km/s)
Kamp Yeri: Dağ Evi
Rota: Şeytan rotası
Tırmanış: 8 saat, İniş: 3 saat
Lider: Sönmez Erkaya
Ekip Sayısı: 20
Öneriler: Taş düşmelerine karşı sık aralıklarla mutlaka kafayı kaldırıp yukarıyı kontrol etmeli. İniş sırasında da düşen taş için artçı gözcülük yapmalı.
Dağcılık filmlerinde her zaman heyecanlı şöyle sahneler olur ya, kahramanın ayağı kayar ve düşer son anda bir yere tutunur, yukarılardan bir şey düşer ve zor durumda kalır, bunlara benzer mutlaka bir aksilik çıkar, bu dağ o heyecanı size kesinlikle sağlıyor. Yerli bir Everest filmi çekilirse, herhalde bu dağ o filmin konusu olurdu. Çünkü Erciyes, kazaların son derece muhtemel olduğu bir dağ. Ben burda çoğu yerde kendimi Everest filmi sahnelerinde gibi hissettim. Bu dağ Everest’in yarısı kadar olan, zirvesi 3916 metrelik İç Anadolu’nun en yüksek dağıdır, ve sönmüş bir volkandır.
Aracımız cuma akşamı saat 23:00’te İncirli’den yola çıktı. Öğle vakti Kayseri merkezine vardık. Cumhuriyet caddesindeki bir restoranda meşhur Kayseri mantısı yedik. Daha sonra marketten su vb temel yiyecek/içecek alışverişimizi yaparak 2200 metredeki Erciyes Kayak Merkezi Tekir yaylası ana giriş kapısına doğru yola çıktık. Saat 16:00 gibi teleferiklerin kapanma saatine birkaç dakika kala kapıdan 5 TL’ye bilet alıp gondol ile 2400 metreye çıktık.
Dağ evine ulaşabileceğimiz diğer teleferik saat 15:30 gibi kapandığı için 2400 metreden kamp yükü ile yaklaşık 1.5 saat yürüyerek yaklaşık 350 metre irtifa aldık. 2750 metredeki dağ evine geldiğimizde Gebze Doğa Sporları Kulübüne (GEDOSK) bağlı 7 sporcu ile karşılaştık. Tanıştıktan sonra dağ evine yerleştik. 20 kişilik grubumuza mekan küçük gelince bir kısmımız dışarıda çadır kurdu. Yemek yedikten sonra saat 21:00 gibi uyuduk. Gece saat 01:00’de kalkıp yemek yedik ve hazırlandıktan sonra 02:00’de tırmanmaya başladık.
Sırayla iz açarak gün ağarana kadar yavaş tempo ile yol aldık. Şeytan rotasının başlangıcına geldiğimizde Sönmez hoca, ekibin performansının kötü olduğunu ve dönmemizin daha uygun olacağını söyledi. Zaten birkaç gün önce yağan taze kar nedeniyle endişeleniyordu. Oylama yaptık. Ekibin çoğunluğu devam etmek için istekli olduğunu belirtince hoca da grubu geri döndürmedi.
Şeytan rotasından tek sıra halinde çıktık. Burada potansiyel çığ riski var. Sönmez hoca en geç saat 10:00’da zirvede olmamız gerektiğini yoksa döneceğimizi söyledi. Çünkü www.mountain-forecast.com adresinden hava raporunu kontrol ettik, öğlen hava bozuyor.
Bu kulvarda bir de taş düşmesi riski var. Güneş vurup hava ısındıkça yukarıdaki çürük kayalardan taş kopuyor. Sonra kartopu gibi yuvarlanarak hız kazanıyor. İlk taş tehlikesini bize çarpmasına 3-4 saniye kala fark edip atlattık. 2 yumruk büyüklüğündeki taş çok hızlı ve düz bir çizgide yuvarlanarak tam üzerimize geldi. Bowling oyunundaki labutlar gibi devrildik taş bizi sıyırıp geçerken. Birimize çarpsa kesinlikle vücuttaki birkaç kemiği kırardı. Burada tek sıra halinde ilerlemek ve kask takmak kesinlikle şart.
Sürekli kafayı kaldırıp yukarıyı kollamaktan konsantrasyonum bozuluyor. Zor adım atıyorum. Performansım düşüyor. Rotanın dikliği mi yoksa yediğim mantılar mı tıkadı beni anlayamıyorum. Grubun geri kalanında da tempo düşüyor. Akşamki 3-4 saatlik uyku da dinlenmemize yetmemiş olabilir.
Sönmez hoca saat 10:00’a gelirken son 1 saat, son yarım saat diye sürekli hatırlatarak stres yaratıyor. Acı çekerek tırmanıyoruz. Berk arkadaşımızın performansı iyi, önümde iz açıyor. Onu takip ediyoruz.
Zirveye az bir mesafe kalmış. Toz karla mücadele ediyorum. İleri bir adım attıktan sonra geriye kayıp tekrar hamle yapmak hem fiziksel hem zihinsel olarak bitiriyor insanı. Son metreler gel artık zirve …. diyerek söve söve geçiyor.
Sönmez hoca, diyafram nefesi almamızı söylüyor. Bu noktada yerinde bir tavsiye!. Tüm sporcuların ve sesi ile iş yapanların kullanması gereken bir şey diyafram nefesi. Aslında bebekken doğal olarak yaptığımız birşey bu ama sonra vücut tembelliğe meyilli olduğundan unutuyormuşuz. Çeşitli egzersizler var diyafram nefesini öğrenmek için, İnternette bulabilirsiniz.
Saat 10:10 geçe 8 kişi zirveye ulaşıyoruz. Kılçıktan geçerken Sönmez hoca dikkat etmemizi söylüyor. Tarif ederken sağ taraf Adana tarafı ve yüzlerce metrelik sarp kayalık uçurum, sol taraf Kayseri ve ulaşım daha kolay diyor! Bu yüzden eğer düşersek Kayseri tarafını tercih etmemiz gerektiğini söylüyor. İronik olarak birkaç saniye sonra buradan geçerken bir ayağı takılıyor. Ve Kayseri tarafına doğru düşer gibi oluyor. Son anda dengesini koruyor, düşmekten kurtarıyor kendini Sönmez hoca.
En çok 10-15 kişinin durabileceği bir yer bulup toplu fotoğraf çektiriyoruz. Tam bu sırada tanışmadığımız 3 kişilik bir dağcı grubu daha zirveye ulaşıyor. Arkamızdan geçerken kar kornişine dikkat edin diyoruz. Dediğimizi anlamadıklarını görünce yabancı olduklarını fark ediyoruz. İngilizce nereden geldiklerini soruyoruz. Ukrayna’dan geliyorlarmış. Onları da tebrik ediyoruz.
Herkes fotoğraf çekme telaşında… Sönmez hoca acele ettirince fotoğraf çekmek için pek fırsat bulamıyoruz. Kara bulutlar ve sis geliyor diyor. Hava bir anda dönebilir. Gedosk klübüne bağlı arkadaşlar da zirveye ulaşıyor. Onları da tebrik ediyoruz.Sönmez hocanın ısrarlı dönelim istekleri ile birlikte zirve kalabalıklaşınca inişe başlıyoruz.
Aşağıdan başka bir grup dağcı ekibi daha geldiğini görüyoruz. Zirvenin altında dar bir boğaz var. Burada trafik kilitleniyor. Önce aşağıdakilerin tırmanışını bekliyoruz. Hava bozmak üzere. Gözümde Everest filmi sahneleri canlanıyor. Aha ikinci yarı kara bulutlar geliyor aksilikler başlamak üzere diyorum içimden. Bu sırada iniş için arka arkaya beklediğimiz Ukraynalı dağcılara dönüp nereden geldiklerini soruyorum. Kharkiv’den geliyorlarmış. Yanımızdan geçenlere dönüp aranızda postacı var mı diye sormak istiyorum ama korkuyorum. Ah postacı ahhh! Hem kendini yaktın hem başkalarını!
Trafik biraz rahatlayınca grubumuzdan deneyimi az olan bir arkadaşım iniş sırasında yardımcı olmamı istiyor. Ona doğru yardım için gidiyorum. Ekip çoktan yolu yarıladı. Hava kapandı artık görüş alanımızdan çıktılar. Arkada kalıyoruz. Adım atarken çekingen davranıyor. Elinde kazma olduğu sürece çekinmesine gerek olmadığını söyleyip cesaret vermeye çalışıyorum ve inişine yardımcı oluyorum. Bir dağcının silahı kazmadır.
Tabii ki kayarak. Hem hızlı hem de keyifli! Kazma emniyetiyle kontrollü bir şekilde kayarak birkaç dakika içinde şeytan rotası kulvarının başlangıcına iniyoruz. Neyse ki bu kulvarı kazasız atlatıyoruz. Bu sırada kar yağışı başlıyor. Dağ evine geldiğimizde kısa bir mola veriyoruz. Malzemelerimizi toplayıp kayak merkezi girişinde bekleyen aracımıza dönüş için yola çıkıyoruz.
Araca bindiğimizde bir arkadaşımızın gözünün birini açamadığını fark ediyoruz. Gözüne iğne batar gibi acı çekiyor. İniş sırasında google gözlüğünü bir süreliğine çıkarmış. Fark etmeden kar körü oluyor. Kayseri Eğitim ve Araştırma hastanesine uğruyoruz. Göz damlası verip rahatlatıyorlar.
Google gibi rahatsız edici gözlükleri bir süre çıkarmak gerekse bile normal güneş gözlüğüne geçmek lazım. Bir de beyaz kara pek bakmamak gerekiyor. Çünkü farkına varmadan kardan yüksek bir ışık yansımasına maruz kalınıyor. Sıradan bir güneş gözlüğü hiç çıkarılmasa bile gözlük altından ve kenarlarından ışık yansıyıp göze zarar verebiliyor. Bu yüzden dağda google veya göz çevresi kenarlarını tam kapatan normal gözlükleri sürekli kullanmakta fayda var.
Bu tırmanışı Anneler Gününde gerçekleştirdik. Zirvedeyken annelerimizi arayıp bu tırmanışı onlara armağan ettiğimizi söyledik. Ayrıca bu tırmanışı tüm dünya annelerine armağan ediyoruz…
– Sosyal Medya ve İletişim –
►I N S T A G R A M – http://www.instagram.com/alidoguyildiz
►F A C E B O O K – https://www.facebook.com/alidoguyildiz
►B L O G – http://www.yuksektepeler.com
►İ L E T İ Ş İ M – [email protected]
Bu dağa en son 2013 yılı mayıs ayında gelmiştim. Zirveye az bir mesafe varken fırtına patlamıştı. Ve geri dönmek zorunda kalmıştık. Neyse ki bu sefer hava güzeldi ve benim için iyi bir antrenman oldu bu faaliyet.
Isparta Dedegöl dağı kamp alanı manzarası muazzam güzel bir yer. Dağcılık klüpleri ile yeni başlayanlar için çok uygun bir yer. Tam bir eğitim ve başlangıç yeri. Madem dağcılığa yeni başlayanlar için burasını önerdim yeri gelmişken yeni başlayanlar için önemli bir uyarı yapayım…
Dağcılık sporu riskli bir spor dalı olduğu gibi diğer spor dallarında olduğu gibi dikkat edilmezse uzun dönemde bazı sağlık problemleri yaşayabileceğiniz bir spor dalıdır. Süreç içerisinde çevremde çoğu kişinin diz kapağı ve çevresinde sorunlar yaşadığını gördüm. Dizdeki yaşanan bu sorunlar, sporcu hastalığı olarak bilinen menisküs yırtıklarıdır. En çok ani hareketler içeren (futbol, golf gibi) veya uzun süreli dayanıklılık gerektiren (dağcılık gibi) sporlarda karşımıza çıkıyor. Menisküs, dizdeki alt ve üst iki kemiğin arasındaki süspansiyon vazifesini gören beyaz kıkırdağın yırtılması ile oluşuyor. Hepimizde bir miktar yırtık oluyor aslında. Belli bir aşamadan sonra artık bu yırtıkların fazlalığı sorun oluşturuyor. İlk ciddi belirtisi genellikle dizde kilitlenme ve ağrı ile anlaşılabilir.
Menisküs’ten korunmak için adaleleri kuvvetlendirmek önemli. Özellikle diz çevresindekiler ile bacaktaki tüm adaleleri egzersizlerle güçlendirmek gerekir. Bu squat olur, hergün belli bir sayıda tekrarla dizi indirip kaldırmak olur, bisiklet pedalı çevirmek olur, hepsi olur bunlar bacaktaki kasları geliştirir…
Önerim diz sağlığınızı korumanız için mutlaka ayak bileğinizden belinize kadar tüm kaslarınızı yavaş yavaş bilinçli bir şekilde geliştirin. Zayıf kaslarla ve antrenmasız bir şekilde bu sporları yapmaya başlarsanız büyük olasılıkla menisküs, fıtık gibi sağlık problemleri yaşamanız yüksek olasılıklıdır. Ha menisküs yırtığı oluşursa bu dünyanın sonu değil. Artroskopi veya proloterapi gibi yöntemlerle tedavi edilebiliyor. Ameliyat olup tekrar sahaya dönen futbolcuları duymuşsunuzdur.
– Sosyal Medya ve İletişim –
►I N S T A G R A M – http://www.instagram.com/alidoguyildiz
►F A C E B O O K – https://www.facebook.com/alidoguyildiz
►B L O G – http://www.yuksektepeler.com
►İ L E T İ Ş İ M – [email protected]
Teknik Malzeme: Kazma, Krampon, Kask, Baton, Gps, Telsiz
Hava Durumu: Tırmanış süresince gökyüzü açık, sıcaklık -5 ile -9 derece aralığında, az rüzgârlı (10-15km/s)
Kamp Yeri: Karbeyaz Otel Yanı (1890m)
Rota: Dağın kuzey yüzü, Yılankar adlı rota
Tırmanış: 6 saat, İniş: 5 saat
Lider: Sönmez Erkaya
Ekip Sayısı: 26
Öneriler:– Kış tırmanışı için kar yağış durumu takip edilmeli, kar yağışından sonra havanın uygun olduğu bir zaman dilimi seçilmelidir.
25 Aralık 2015 Cuma:
Minibüsümüz akşam 23:00’da İncirli’den hareket etti. Arkadaşlarımızı önceden belirlenen duraklardan alarak devam ettik. Aramızda ilk kış tırmanışını yapacaklar vardı. Herkesin keyfi yerinde ve pozitif enerjiliydi. İlk molamızı Bolu’da yaptık.
26 Aralık 2015 Cumartesi:
Aksaray’a sabah 07:00 gibi vardık. Sıkı bir kahvaltının ardından şehirde market alışverişi yaptık. Çadır gruplarına göre ortak yemek alışverişi yaptık. Daha sonra gözlemlediğim kadarıyla bu planlamada başarılı ve başarısız olanlar vardı. Bazı gruplar 2 günlük aktivite için az yiyecek alırken, bazıları da 3-4 gün yetecek kadar fazla yiyecek aldı. Su takviyesi de yaparak, GPS cihazımızda Helvadere yolunu işaretleyip hareket ettik. Helvadere kasabasına vardığımızda meydandaki kahvede oturup mola verdik. Yerel insanlar dost canlısıydı oturup keyifli bir sohbet ettik.
Bize Hasan Dağı ile ilgili dilden dile aktarılan şu hikayeyi anlattılar. Hikayeyi dinledikten ve çaylarımızı bitirdikten sonra kahvedekilerle vedalaştık. Bu arada Sönmez hoca, yolun kapanması ihtimaline karşı traktörü olan bir kişinin iletişim bilgilerini aldı. Karbeyaz otelin yanında kamp yapacağımız bölgeye gitmek üzere hareket ettik. Kamp alanına vardık ve çadır kurulumlarına başladık. Yerleşim işleri bittikten sonra ekip halinde kulvar girişine doğru keşif yürüyüşü yaptık. Ayrıca kısa bir kazma, krampon eğitimi gerçekleştirildi. Eğitimin ardından kamp alanına döndük. Kamp alanının etrafında taş barakalar var. Nispeten rahat sayılabilecek bir şekilde sıcak ve korunaklıydı. Burada ocaklarımızı açtık ve yemeğimizi pişirdik. Bu sırada Ereğli Dağcılık Kulübü’ne (ERDAK) bağlı büyük bir grup Karbeyaz Otel ve yanında kamp kurdular. Akşam 18:00 gibi uyku tulumlarına girdik. Birkaç saat çadır içi sohbet vb. ile geçti. Saat 22:00’den sonra mutlak sessizlik istendi.
27 Aralık 2015 Pazar:
Sabah 03:00’da kalktık. Yemek yedik ve malzeme hazırlıklarına başladık. Önde ve arkada yürüyecek arkadaşlarımızı belirledik ve 04:30 gibi tek sıra halinde yürüyüşe başladık. Dolunay olduğu için etraf aydınlıktı. Havanın açık olması ve sisli olmaması bizim için iyi oldu. Yürüyüş sırasında toz kar olan bölgeler ile çoğunlukla kar olmayan yerlerden geçtik. Kayda değer kar ve buz olmadığı için krampon takmaya gerek olmadı. Yılankar rotasının kulvar başlangıcına kadar rahat bir şekilde vardık. Bu arada aklımdan şu düşünceler geçmeye başladı; dağa yaklaşma mesafesi çok kısa, herhalde terlemeden faaliyetin biteceğini düşünmeye başladım. Bu volkanik dağların klasik yapısıdır. Kulvar girişinden itibaren dik eğim başlayınca bu düşüncem değişti. Tabii etap boyunca düz bir zemin bulunmuyor. İrili ufaklı birçok çarşak denilen taşlar ile büyük kaya bloklarının üzerinden geçmek için mücadele ettik. Takımın en çok güç tükettiği yer burasıydı. Birkaç taş düşme tehlikesi atlattık ancak ciddi bir aksilik yaşamadık.
Volkanik krater çanağına ulaştığımda, sırttan batıya döndüm. Karşımda gördüğüm ilk tepeye doğru yürümeye başladım. Birkaç dakikalık uzaklıkta önümde ilerleyen Sönmez hoca beni gördü ve seslenerek kendisini takip etmemi istedi. Gittiğim yer Hasan Dedenin mezarının olduğu söylenen küçük zirve (3235m) imiş. Saat 10:00 gibi birkaç dakikalık aralıklarla bütün ekiple birlikte büyük zirveye (3268m) ulaştık. Birbirimizi tebrik edip fotoğraf çektik. Manzarada Erciyes ve Aladağlar Demirkazık’ın zirvesini net bir şekilde görebiliyorduk. Zirve defterini bulamadık. Küçük zirvede olduğunu sanıyorduk. Gidip oradan getirmeyi düşündük ama nerden baksan 1 saat alırdı.
Aktivite sonunda Ihlara vadisi turu yapmayı planladığımız için vazgeçtik. Türk bayrağı zirveden 2 metre daha aşağıda bir yerdeydi. Direkle birlikte bayrağı alıp tam zirveye yerleştirdik. Aynı rotadan inişe geçtik. Yan basarak, yer yer kontrollü kayarak, yüzüstü dönüp merdiven iner gibi ilerleyerek her türlü iniş yaptık. Çıkarken iz açabilecek miktarda kar olmayınca inişte de topuk basarak inme rahatlığı yaşayamadık (Dönüş bana görece daha uzun geldi. En iyisi yamaç paraşütü ile iniş yapmak ama bakalım ne zaman yapabileceğim bunu). Kampa dönüş 16:00-17:00 saatleri arasında tamamlandı. Çadırları topladık ve faaliyeti bitirdik. Sonra dönüş yolculuğuna başladık.
– Sosyal Medya ve İletişim –
►I N S T A G R A M – http://www.instagram.com/alidoguyildiz
►F A C E B O O K – https://www.facebook.com/alidoguyildiz
►B L O G – http://www.yuksektepeler.com
►İ L E T İ Ş İ M – [email protected]
Yamaç paraşütü sporuna başlangıç yaptım. Daha önce uçak yolculuğu ve askeri helikoptere binme hariç hiç uçuş yapmamıştım. Yükseklere olan tutkum nerden geldi bilmiyorum. Babamda yükseklik korkusu var. Balkona cama çıkamıyor. 2-3 metre yükseklikten bile aşağı zor bakıyor. Benim fotoğraflarıma ise hiç bakamıyor. İyi ki böyle şeyler genetik değil, babadan oğula geçmiyor.
İş arkadaşım Hakan, yamaç paraşütü eğitimi var haydi gidelim diye çıkageldiğinde doğal olarak duraksadım. Önce bir tandem (tecrübeli bir pilot ve yolcu ile yapılan iki kişilik uçuş) nasıl bir şey görelim diyerek frenlemeye çalıştım çünkü Hakan çoktan uçmaya başlamıştı bile. Bana bu fırsatı her zaman bulmanın kolay olmadığını anlattı. Benim aklımda, bu işi öteleyip daha fazla araştırma yapma düşünceleri vardı.
Ama Hakan’ın sürekli espriyle karışık kucakta mı uçacaksın dokundurmalarına daha fazla direnemedim. Birlikte eğitime katılmaya karar verdik. Öncesinde biraz evrak hazırlama işleri falan oluyor. 5’li uzman doktor heyetinden sağlık raporu almak gerekiyor. Hastane işleri bildiğiniz gibi zaman alıcı şeyler. Muayene sırasında aklıma hep “peki uçabilecek miyim doktor bey” esprisi yapmak geldi ama yanlış anlaşılıp bu çocuğun pisikolojik sorunları var herhalde diye düşündürmek istemedim. Nihayetinde üstünde “Paraşütle uçuşa ve atlayışa elverişlidir” yazan raporumuzu aldık. Başında paraşütle olduğunu belirtmeleri yerinde olmuş; genel bir ifadeyle yazılması komik olabilirdi 🙂
Eğitimin ilk günü uçuş yapılan tepede tecrübeli sporcuları izlemeye gittik. İlk defa böyle bir ortam görüyorduk. Biraz korktuk açıkçası. Burada bu iş bana göre değil diyen ve eve dönen arkadaşlarımız oldu. Doğal olarak bende de bir korku oluştu. Ancak bu gibi durumlarda etrafa korku yayan iç ve dış seslerden uzaklaşmak en iyisi. Yoksa beyin, bahaneler üretip vazgeçirmeye çok meraklı bir organ. Eğitimin en önemli kazanımı belki de bu oldu. Daha önce hiç bilmedeğimiz bir konuda bize cesaret aşıladı. Yamaç paraşütü, kendi başına deneme yapılma yöntemiyle veya bir arkadaş yardımıyla öğrenilen bir spor değil. Mutlaka bu işi bilen, profesyonellerden yardım alınması gerekiyor.
Biz de başlangıç eğitimi için Fenomen Air Sports kulübünden yardım aldık. Eğitim yeri İstanbul’a araçla 2 saatlik uzaklıkta Sakarya’nın Serdivan ilçesinde bulunuyor. Eğitim teorik ve pratik olarak iki kısımda yapılıyor. Teorik dersler şehir içinde firmanın derslik olarak kullandığı yerde yapılıyor. Uçuşlar 240 metre rakımlı Kırantepe’de yapılıyor. Bu tepe ile Fenomen Air Sports dersliği arası araçla 5 dakikalık mesafede. İstedikleri zaman hızlıca tepeye gidip gelinebiliyor. Haftasonu Kırantepe’ye yerel halk da geliyor, uçuşları seyrediyorlar ve tandem uçuş yapabiliyorlar. Bu tepenin güzel bir özelliği var. Kalkış noktasından havalandıktan sonra aynı yere iniş yapılabiliyor. Tandem uçmak isteyenleri kalkış yaptıktan sonra 20-30 dakika uçurup sonra tekrar aynı yere iniş yapıyorlar. Böylece tepenin aşağısındaki iniş alanına inip oradan tekrar araçla gelme gibi bir zaman kaybı olmuyor. Güzel bir uçuş ekosistemi kurulmuş. Şenlik havasında geçiyor haftasonları…
Abdullah YILDIZ hoca =>
2003-2009 yılları arasında Türk Hava Kurumunda eğitmenlik yaptıktan sonra 2010 yılında Fenomen Air Sports’u kurmuş.
Uçuş yaptığımız ilk gün, hepimiz ilk uçuşları tamamladıktan sonra aşağıda iniş alanında toplandık. Öğlen vakti geldiği için ara verip bir AVM’de yemeğe gitmeyi planlıyorduk.Abdullah hoca son kişi olarak tepede kaldığı için onun da gelmesini bekliyorduk.
Abdullah hoca telsizle firmanın aracını kullanarak yemeğe gitmemizi söyleyen bir anons geçti. Ardından da “Ben uçarak size yetişirim” dedi. Hepimiz güldük. Espri yaptığını sanıyorduk ama gerçek çıktı. AVM’ye vardığımızda hemen arkamızdan o da yamaç paraşütüyle süzülerek geldi ve otoparkın yanındaki boş alana iniş yaptı.
Hepimiz hayranlıkla bakakaldık. Vay arkadaş ne hayatlar yaşanıyor dedim içimden. Bir yandan da aklıma Gülen Gözler filmindeki Vecihi karakteri geldi 🙂 AVM’nin teras katına inebilirmiş aslında (İzin vermiyorlarmış), o zaman bizden önce yemek siparişlerini verirdi herhalde 🙂
Başlangıç sertifikası alabilmek için önce 20 saatlik bir teorik ders alınıyor. Öğrenilenlerin test edileceği bir sınavı geçtikten sonra yer çalışmaları başlıyor. Bu aşamada ayakların yerden kesildiği 6-7 metrelik alçak bir tepede çalışmalara başlanıyor. En yorucu kısım yer çalışmaları. Burada da genel gidişat iyiyse Kırantepe’de uçuşlara başlanıyor. Sertifika alabilmek için aşağıdaki videodaki gibi en az 7 adet yalnız uçuş yapmak gerekiyor. Uçuş sırasında eğitmen ile sürekli bir telsiz bağlantısı açık oluyor. Eğitim sonunda başarılı olanlara uluslararası geçerliliği mevcut olan FAI ve THK onaylı Yamaçparaşüt Başlangıç Sertifikası veriliyor.
Eğitim sırasında yer çalışmalarında sırtımda bir kanat taşımaya ve ona direnmemeye zor alıştım. İlk başta bir at gibi ona hükmedebileceğimi sanıyordum. Sonra yanıldığımı anladım. Yeri gelmişken paraşütlerin kumaş kısmına kanat veya kanopi deniyor. Konuşmalarda paraşüt değil daima kanat kelimesi geçer.
İlk uçuş öncesi ne olacağını bilmediğim için bir gerginlik yaşadım. Ancak sonraki uçuşlarımda adrenalinle birlikte keyif duymaya ve tekrar tekrar uçmak istemeye başladım. Eğitim sırasında kanat ve diğer tüm malzemeleri size eğitim aldığınız yer sağlıyor. Ancak başlangıç eğitimi sonrası bu spora devam etmek istiyorsanız sizden kendi uçuş malzemelerinizi satın almanız bekleniyor.
Bir kartal için süzülerek yere inmek sıradan bir olay. Bir insan için aynı duyguyu yaşamak heyecan verici bir deneyim.1 haftalık eğitim süresince Serdivan akşamlarını kafe ve restorantların olduğu ana caddesinde geçirdik. Burada Mavi Durak Izgara isimli bir yerde ekmek arası arnavut ciğeri yedim. Çok lezzetliydi. Ya da gün boyu yorulup acıktığım için bana ne yesem lezzetli gelecekti bilemiyorum. Mekanda yemek kamyonu şeklinde dekorasyon yapmışlar. Dünyadaki trendler burada da yakından takip ediliyor. Başka yerlerde de yemek yedik. Farklı konseptte restorantlar var. Bir tanesinin konsepti çalışan giysileri ve dekarasyonu dahil herşey Redkit ve Dalton’lar üzerineydi.
Bu yazıyı hazırladığım sırada Türk cerrah Mehmet Susam’ın Wingsuit ile Alpler’den atlayışında öldüğü haberini okudum.Hem değerli bir doktor hem de 20 yıldır paraşüt atlayışları gerçekleştiren tecrübeli birinin kaybı hepimizi üzdü. Wingsuit ile bir tepeden atlayış ve kayalıklara yakın uçuşlarda hep tecrübeli kişilerin hayatını kaybetmesi bu sporun teknolojik açıdan gelişmeye ihtiyaç duyduğunu gösteriyor.
Yamaç paraşütünde acil durumlar için yedek kanat taşınıyor. Acil durumlarda onu çekip açabiliyorsunuz. Bir de güvenlik açısından şöyle bir durum var: Kanatlar başlangıç, orta seviye veya performans denilen cinste üretiliyor. Başlangıç seviye kanatlar bazı pilotaj hatalarını düzeltebilen güvenilir özellikler içeriyor. Pilotun yaptığı ufak hataları kanatın kendisi tolere edebiliyor. Ancak Wingsuit’de herhangi ufak bir hatanın telafisi yok. Yamaç paraşütündeki gibi bir tasarım veya yardımcı başka araçların Wingsuit için geliştirilmesine ihtiyaç olduğunu düşünüyorum.
Ben yamaç paraşütünü dağ faaliyetlerimde zirveye tırmandıktan sonra iniş kısmında kullanmayı hayal ediyorum. Yabancıların deyimiyle Hike & Fly. Zaten yamaç paraşütünün ilk çıkış amacı da bu. Rüzgar hızı 30 km/s üzerinde olduğunda uçuş limitlerini geçmiş oluyor. Dağ koşullarında yüksek irtifadaki rüzgarlı ve stabil olmayan hava koşullarında uçmak için epey tecrübeli olmak gerekiyor.
Uçuş için şu malzemeler gerekiyor:
Kanat + ipler + yedek paraşüt + kask + kolon iplerinin bağlandığı, sırta geçirilen ve harnes olarak adlandırılan uçuş koltuğu. Bunlara ortalama 2000-3000 euro bütçe ayırmak gerekiyor. Günümüzde en hafif malzemeler kullanıldığında yaklaşık 6 kg kadar bir ağırlığı var bu malzemelerin. Tırmanış sırasında ciddi bir ağırlık bu. Normal bir ekipmanın 12-13 kg. kadar ağırlığı var. Standart uçuş koltuğu yerine tırmanışta kullandığımız emniyet kemeri çok kolay bir şekilde özel üretim yapılabilir tahmin ediyorum. Kask da zaten tırmanış için götürdüğümüz standart bir teknik malzeme. Sonuçta uçuş için ekstra 3-4 kilo’ya kadar inebilir taşıyacağımız malzemeler. İleride daha hafif ve ekonomik ürünler üretilmesini heyecanla bekliyorum…
Bu eğitim sayesinde Aerodinamik ve meteroloji ile ilgili güzel bilgiler de öğrenmek mümkün oluyor. Türk Hava Kurumunun hazırladığı Yamaç Paraşüt el kitabı burada var. İçinde güzel bilgiler var; okumanızı tavsiye ederim.
– Sosyal Medya ve İletişim –
►I N S T A G R A M – http://www.instagram.com/alidoguyildiz
►F A C E B O O K – https://www.facebook.com/alidoguyildiz
►B L O G – http://www.yuksektepeler.com
►İ L E T İ Ş İ M – [email protected]
Kayıtlı yaklaşık 8 bin sporcu koştu. Herkes bir arkadaşını çağırsa her sene katılım ikiye katlar. Sporla ilgili farkındalık artar. Hepimiz yakınlarımızı, tanıdıklarımızı spora yönlendirmek için gönüllü olalım lütfen.
Vodafone ve IBB’ye spora verdikleri destekten dolayı teşekkür ederiz.
– Sosyal Medya ve İletişim –
►I N S T A G R A M – http://www.instagram.com/alidoguyildiz
►F A C E B O O K – https://www.facebook.com/alidoguyildiz
►B L O G – http://www.yuksektepeler.com
►İ L E T İ Ş İ M – [email protected]
Bu sene yeni bir dağ ile tanıştım. Ağrı (5137 m) ve Cilo Dağından (4135 m) sonra Türkiye’nin üçüncü en yüksek dağı Süphan dağına mart ayında tırmanış yaptım.
Van gölünün kuzeyinde olan Süphan Dağı, Bitlis ili Adilcevaz ilçesi sınırları içinde, zirvesi 4058 metre yüksekliğinde sönmüş volkanik bir dağdır. Tırmanış için genellikle doğu ya da güney yamacı tercih ediliyor. Biz Adem Gül hocanın liderliğinde klasik doğu rotasından tırmanış yapıyoruz. Aydınlar beldesine bağlı Kışkılı’ya minibüsle geldik. Köy yolu kenarları yer yer 1-2 metre karla kaplıydı. Alışkanlıktan köy diyorum belki köy mü kaldı kardeşim diyorsunuzdur haklısınız. 2300 m rakımlı bir mahalle burası. Türkiye’nin en yüksek rakımlı yerleşim yerlerinden biri.
Patinaj çeken bir yerde inip minibüsü itmemiz gerekti ama yol kapalı değildi. Öğrendiğimize göre belediye yılın altı ayı boyunca karla mücadele edip kısıtlı kaynaklarıyla bu yolu açık tutmaya çalışıyormuş. Allah kolaylık versin; zor iş.
Kışkılı’ya vardığımızda ilköğretimdeki öğrenciler okuldan çıkmış evlerine dağılıyordu. İlk dikkatimi çeken çocukların hepsinin güler yüzlü olmasıydı. Belki okuldan çıkmanın sevinciydi bilemiyorum. Ama biz yabancılara karşı çekingen değillerdi. Kısa bir hazırlıktan sonra kamp alanına doğru yola çıktık. Sırtımızda kamp yükü ile yaklaşık 2 saatlik bir yürüyüşten sonra 2700 metredeki At yaylası denilen kamp alanına ulaştık.
Yol kapalı olduğunda Kışkılı’da 1. kamp kuruluyor, sonra 3100 metrede ayna altı denilen yerde 2. kamp kuruluyormuş. Biz 2700 metrede tek kamp kurup yaklaşık 1300 metre irtifa alarak zirveyi deneyeceğiz. Çadırlarımızı kurduktan sonra dinlenmeye geçtik. Çantamda 3 litre su var. Kuru gıdayı bu sefer epey az tuttum. Kolay yenebilecek şeyler aldım. Kavurmalı sandviçlerin arasına yeşil zeytin ezmesi koymuştum. Zeytin ezmesi soğukta öyle bir hal almıştı ki kokusu iştahımı kapattı ve hiçbirini yiyemedim. Dağa iştah açıcı şeyler götürmek gerçekten önemli. Hurma ve kuru yemiş gibi yemesi kolay yiyecekler tercih edilebilir. Bir de su sorunu yiyecekten daha önemli benim için. Bu konuda bir süredir elektrolit tabletleri araştırıyordum.
Terlediğimiz zaman terle birlikte tuz kaybediyoruz. Su içmemizin bir nedeni aslında kaybettiğimiz potasyum, sodyum gibi mineral tuzları yerine koymak. Bir dağ faaliyetinde sırt çantasında litrelerce su taşınamıyor. Veya dağda çoğu zaman bir su kaynağına erişim imkanı da mümkün olmuyor. Kar eritip içiyoruz. Ancak kar suyu içinde vücudumuz için gerekli bu mineraller bulunmuyor. Ne kadar kar suyu içersek içelim susuzluğu gideremiyoruz. Çünkü kar eriyip toprak altına geçtiği zaman vücut için gerekli minerallere kavuşuyor. Dolayısıyla sadece kar eritip içmek su sorununu gidermek için etkili bir çözüm değil. Üstelik kar suyu tadı berbat! Neyse ki çözüm var. Kar suyuna Tang, Nazo gibi toz içecekler katmak. Bir de elektrolit tabletler var.
İnternet’ten araştırdığımda aşağıdaki şu ürünleri buldum:
Burada 3 farklı ürün karşılaştırmasını ve tablet içeriklerini bulabilirsiniz.
İçeriklerinde temel olarak sodyum, potasyum ve magnezyum bulunuyor. Elektrolit tabletler, spor sırasında kaybedilen bu maddeleri yerine koymak için pratik ve ucuz bir yöntem. Aklınıza piyasadaki meşhur mavi, sarı renkli sporcu izotonik içecekleri gelebilir. Evet bunlar da aynı işi görüyor. Ancak sporcu içecekleri içinde gerekli olanlar haricinde bir sürü katkı, koruyucu daha var. Yine hacim ve ağırlık açısından sırt çantasında taşımak sorun.
Ben Türkiye’de bu elektrolit tabletleri bulamayınca İnternet’ten satın alıp Türkiye’ye gönderen bir site aradım. İngiltere’den bir adres buldum. İlgili siteden 2 kutu satın alıp kargo ücreti ile 30 sterlin ödeyerek sipariş verdim. Türkiye’de belli başlı sitelerden alış veriş yapan birisiyim. Ucuz olsa bile bilmediğim sitelerden alış veriş yapmıyorum. Bu sefer mecburiyetten gözümü kapatıp verdim siparişi. Birkaç saat sonra “üzgünüz, istemiş olduğunuz ürünler stokta bulunmuyor” diye yanıt verdiler. Ama nasıl olur hala stokta 6 tane var görünüyordu. Baktım olmuyor ee peki napalım deyip ücret iadesi istedim. Bu aşamadan sonra yanıt vermemeye başladılar. 1 ay bekledim ne gelen var ne de mesajlarıma yanıt. İngilizler soğuk olur biliyorum ama bir de böylesine denk geldik şansa bak! Kredi kartı harcamasına itiraz edeceğim bakalım ne olacak…
Bu olaydan sonra seçenekleri tekrar gözden geçirdim. Ya hırs yapıp elektroliz kabında saf metal çubukları çözündürecektim ya da piyasada satılan hazır ürünleri araştırmaya devam edecektim. Zamanım kısıtlı olduğu için lise kimya kitabını yavaşça yerine bıraktım ve tekrar piyasa ürünlerini araştırmaya yöneldim.
Nerede kalmıştım. Hah, çadır kurduk içine girdik. Çadır arkadaşım Hakan’la yemek işini hallettikten sonra çantaları hazırlayıp biraz oyalandıktan sonra uykuya daldık. Sabah 04:30’da hareket saati verilmişti. Gece bize epey uzun geldi. Saat 04:00 gibi kalktık. Kahvaltı yapıp, akşamdan hazırladığım çantayı alıp hızlıca çadırın dışına çıktım. Dışarı çıktığımda kimse çadırdan çıkmamıştı. Çadıra geri dönüp beklemeye başladım. 22 kişilik grubun hazırlanması ve yola çıkmamız epey uzun sürdü. Tırmanışa başladığımızda hava aydınlanıyordu. Alışık olduğum şekilde yürüyüş başladığında kafa lambamı açacaktım ama gerek kalmamıştı. Yürüyüş başladıktan kısa bir süre sonra durup gün doğumunu ve güzel Van gölü manzarasını seyrettik. Süphan, manzara açısından güzel bir dağ.
3100 metreden sonra “Ayna” olarak adlandırılan dik yamacı tırmandık. Solumuzda vadiye girmeden 3600 metreye kadar devam eden dik yamacı hava açık bir şekilde kolayca tırmandık. İki farklı yerden geçerken zemine oturan kar sesini duyduk. Adem Gül hoca bu dağı tanıyan, çığ kulvarlarını bilen birisi olduğu için içimiz rahattı. 3800’den sonraki son düzlükte artık çok şiddetli esen bir rüzgar vardı. Hem zorlu hava koşulları hem kamp yerinin zirveye uzak olması hem de benim antrenmanlı olmayışım 3800’den sonra beni güç açısından epey zorladı. Üstelik faaliyetin başından sonuna kadar iz açan Adem Gül hocaydı. Karda iz açmak yorucu bir iştir. Adem hoca performans konusunda tebriği hak ediyor. Kalabalık grubumuzun (22 kişi) hepsinin de zirveye ulaşmasını garantilemek için kendi gücünü sonuna kadar kullandı. 3900 metrede dağ zirvesinin “külah” diye tabir edilen krater yamacına ulaştık. Burada bir araya gelip mola verdik. Hava şartları artık epey zorlaştı. Rüzgar hızı 50-60km hıza ulaştı. Grubun yarısı zirveyi denemeye karar verdi. Diğer yarısı da dönüş kararı verdi. Ancak hava şartları izin vermediğinden zirve ekibinin de çıkışı iptal edildi ve sonra topluca dönüş kararı alındı.
Tırmanışa başlamadan önce www.mountain-forecast.com adresinden Süphan Dağı hava tahminlerine bakmıştım. Öğlen saat 12:00 den sonra rüzgar hızının saatte 50km üzeri olacağını gösteriyordu.
Öğlen saatlerinde rüzgar hızını tam olarak bilmiyorum ama şiddetini tarif etmeye çalışayım:
Rüzgara yan dönerek yürüyebiliyorduk ve eğer hareketsiz durumdayken yere tam basmıyorsam 1 adım attıracak kadar şiddetli esiyordu. Bu dağa tırmanacaklara tavsiyem eğer 2700 metrede kamp yapılacaksa en geç 11:00’de zirvede olacak şekilde yola çıkmaktır. Adem hoca, konforumuzu düşünerek soğuktan az etkilenelim diye sabah 04:30 da yürüyüşe başlayınca rüzgar şiddetinin arttığı tam öğlen vakti zirveye ulaştık. 2 saat önce yola çıksaydık hepimiz zirveyi yapar dönerdik diye tahmin ediyorum. Sonuçta kış faaliyeti için giyimimiz tamdı. Soğuk kişiden kişiye değişen bir kavram. Çantamda termosum haricinde yedek aldığım pet şişe su vardı. Su donmamıştı örneğin. Kış faaliyetlerinde genellikle pet şişedeki su donar.
Kışkılı’ya döndüğümüzde hava açıktı. Mineral hapları benim açımdan iş görmüştü. Hiç baş ağrısı yaşamadım. Termosumdaki su bitmemişti.
Van’da birkaç saat vakit geçirdikten sonra hava alanına gidip topluca vedalaştık ve akşam uçağı ile İstanbul’a döndük. Faaliyetin gerçekleşmesini sağlayan Faik Kayhan ve Adem Gül hoca ile katılan tüm ekip arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.
– Sosyal Medya ve İletişim –
►I N S T A G R A M – http://www.instagram.com/alidoguyildiz
►F A C E B O O K – https://www.facebook.com/alidoguyildiz
►B L O G – http://www.yuksektepeler.com
►İ L E T İ Ş İ M – [email protected]
Arkadaşım Hakan’la hafta sonu öğlen vakti herkesin bildiği bir spor mağazası önünde buluşup beraber alışveriş yapmak üzere sözleştik. Ben vaktinde gelip Hakan’ı telefonla aradım. O da varmak üzere olduğunu, on dakika içinde geleceğini söyledi. Telefonu kapatıp beklemeye başladım. Geldiğinde beni aradı. Konuşma şu şekilde sürdü:
Hakan – Hoca ben geldim neredesin?
Ben – Kapıda bekliyorum.
Hakan – Tamam ben de kapı önündeyim.
Ben – (Etrafta başka insanlar olduğu için dikkat çekmek için elimi sallıyorum) Allah Allah göremiyorum, nerdesin?
Hakan – Başka kapısı mı var acaba buranın sorayım dur bir dakika…
Telefonu kapatıp ikimiz de etraftakilere soruyoruz. Bir süre sonra tekrar telefon açıp benzer konuşmaları tekrarlıyoruz.
– Hoca başka kapısı yokmuş buranın neredesin?
– Kapının önünde boş alanda çadırlar var oraya çok yakınım.
– Evet çadırı görüyorum ama sen yoksun.
– Allah Allah! Ben çadırın oradayım.
– Ya hoca şaka yapıyorsan yeter hadi çık ortaya.
İkimiz de biraz sinirlenerek danışmaya soralım deyip telefonu kapatıyoruz.
Danışmaya sorduğumuzda olay aydınlanıyor. Ben Bayrampaşa’daki Forum İstanbul alışveriş merkezinin yanındaki şubesinde beklerken Hakan da Merter’deki Marmara Forum alışveriş merkezinin yanındaki şubesinde bekliyormuş. Ben sadece Bayrampaşa’daki yerlerini biliyordum. AVM isimlerinin birbirine yakın olması bizi şaşırtmış. Ayrıca iki tarafta da kapı önünde çadır kurarak sergilemeleri bize bir miktar gerilim yüklenmesine neden oldu. Neyse ki iki mağaza birbirinden çok uzak değil. Hakan’ı arayıp beklemesini, oraya geleceğimi söylüyorum. Nihayet buluştuğumuzda içeride keyifli zaman geçiriyoruz.
Yüzmeden atçılığa kadar 50 çeşit spor dalı için binlerce ürün var içeride. Dolaş dolaş bitmiyor.
Dizliklerin sergilendiği reyonda durup orada bulunan mezurayı alıyorum elime. Diz genişliğimi bununla ölçüp çıkan sonuca göre 1-2-3-4 diye sınıflandırılmış dizliklerden bana uyan paketi alıyorum. Cırt cırtlı paketin açılıp kapanması kolay. Paketi açıp ürünü inceliyorum. 40 TL fiyat uygun gibi görünüyor ama bu bir tane fiyatıymış. Aldı mı iki tane almak lazım. Diğer bir paketi de alıp içini kontrol etmeden atıyorum sepetime. Eve geldiğimde orada kontrol etmediğim paketin içinden fiyatı daha ucuz olan bir alt model dizlik çıkıyor. Birisi paketin içeriğini değiştirerek kendince uyanıklık yapmış. Hayrını görür mü orasını Allah bilir. Ben değişim için tekrar oraya gitme zamanım olmadığı için ürünü kullandım faydasını gördüm.
– Sosyal Medya ve İletişim –
►I N S T A G R A M – http://www.instagram.com/alidoguyildiz
►F A C E B O O K – https://www.facebook.com/alidoguyildiz
►B L O G – http://www.yuksektepeler.com
►İ L E T İ Ş İ M – [email protected]
Bir karşılaştırma yaparsak, ekstrem spor ile ilgilenen insanların dolu dolu bir hayat sürdüğünü söyleyebilirim. “Hızlı yaşa genç öl” mesajı vermek istemem bu anlattıklarımdan! Bu tür sporları yapan yakınlarınız, tanıdıklarınız varsa “ne gereği var, deli misin!” gözüyle değil daha açık fikirli olarak bakmanızı isterim. Ekstrem sporlar risk içerdiği için güvenliğe daha fazla önem verilir. Ancak burada gösterilen dikkat ve güvenlik önlemleri genellikle kaldırımlarında dahi trafiğin aktığı İstanbul sokaklarında gösterilmez. Dolayısıyla bence İstanbul trafiğine dahil olup binlerce dikkatsiz sürücünün içinde trafik kazası geçirmek daha büyük bir risk almak demektir. İstanbul trafiğinde kontrol edemediğim daha fazla risk var. Bu riskler fazla diye araba sürmeyi bırakmıyoruz. Onun yerine riski azaltıcı önlemler alıyorum. Mesela kaldırımda yürürken bile sağa sola döneceğim sırada mutlaka arkamı kollarım. Kaldırımda bir scooter, motorsikletletin gelmesi veya yolda ters yönden bir araç gelmesi gibi durumlar artık olağan hale gelmiştir. Hatta kaldırımda motosikletli emekçi bir kardeşimle veya elektrikli scooter süren bir gençle kucaklaşma ihtimalim ekstrem spor yaparken karşılaşacağım kaza riskinden daha yüksektir.
İnsanın kendine en yakın olduğu ve kendini özgür hissettiği yeri yaşamadan anlamak zordur. Ben de artık işi dalgaya vurup kendisine yat alınan küçük çocuğun dediği gibi “Anlayamazsınız!” deyip geçiyorum 🙂
Sönmez Erkaya’nın Ağrı Dağı kuzey rotasından kışın çıkış niyetini öğrendiğimde tereddüt etmeden gelirim dedim. Kuzey rotası tehlikeli buz çatlaklarının olduğu zorlu bir rotadır. Yazın geldiğimde klasik rotadan tırmanmıştım. Üstelik sırt çantalarımızı atlar çıkarmıştı. Nuh Ararat‘ın kurmuş olduğu mutfağı, aşçısı olan kampta kalmıştık. O faaliyetle bunu karşılaştırdığımda Nuh Ararat’ın sahibi Mehmet Çeven bey sağolsun bize Ağrı Dağında 5 yıldızlı otel konforu yaşatmış! Şimdi daha iyi anlıyorum. Bu sefer lojistik destek almadan tırmanış yapacağız. Yani ortalama 20-25 kg sırt çantalarımızı Ağrı eteğinden başlayarak yukarıya kendimiz çıkartacağız; çadırlarımızı kurup yemekleri kendimiz hazırlayacağız. Literatürde 21 Aralık – 21 Mart arası “Kış Tırmanışı” olarak adlandırılır. Dağcılar için önemli olan bu tarih aralıkları, kısa günler ve hava koşulları nedeniyle yaza göre daha zor olduğu için ayrı bir prestije sahiptir.
Dağa gitmeden önce kondisyon ve dayanıklılık antrenmanı yapmak önemlidir. Ofis hayatı yaşarken ve çalışırken kalkıp hadi ben dağa gidiyorum demek zor. Biraz kondisyonlu olmak gerekiyor. Ben de hazırlıklara iki ay önce başladım. Bu dönemde Uludağ ve Aladağlar olmak üzere iki dağ zirvesine tırmandım. Ballıkayalar’da kaya tırmanış ile tırmanış salonlarında sport tırmanış çalışmaları yaptım. Etkinliğe sayılı günler kaldığında spor yapmayı bıraktım. Çünkü en ufak bir burkulma veya sakatlık sorunu yaşarsam bunun beni dağda zorlayacağını biliyordum. Şehirde yaşadığınız ufak bir ağrıyı dağa getirdiğinizde etkisini onla çarpmak gerekiyor. Hele sızlayan bir diş ağrısı aman ha sakın diş ağrısı varken dağa gitmeyin!
Ayrıca iniş sırasında diz kapağım ağrıyordu. Bu konuda biraz araştırma yaptım ve dizlik kullanmaya karar verdim. Dizlik, diz çevresindeki bağları destekleyip ağrıyı önlemede etkili oluyor. Her türden spor malzemesi satan oldukça büyük bir mağazada dizlik buldum kendime. Yeri gelmişken meslektaşım Hakan ile bu devasa spor mağazasındaki ilginç buluşma hikayemizi okumak isterseniz tıklayın…
Ağrı yolculuğuna bir gün var. Faaliyet öncesi ve sonrası ziyafet çekme adetim olduğundan güzel bir restoranda “damak çatlatan” lezzetlerle buluşuyorum. Büyük gün geliyor. Uçak fiyatları daha uygun olduğu için uçakla Kars’a gidip oradan kara yolculuğu yapmayı planlıyoruz. Kars’a vardığımızda bizi Ağrı’ya götürecek taksi şöförü Latif abiyle havalimanında buluşuyoruz. Çantaları bagaja koymak için taksinin arka tarafına gittiğimizde bagaj kapısında Latif abinin fotoğrafını görüyoruz.
“- Hayırdır abi bu foto ne için?”
diye soruyoruz. Mart ayı sonunda yapılacak yerel seçimlerde muhtar adayı olmuş. Latif abi Sarıkamış’ta yaşıyor. Çocuklarının eğitimi için çabaladığını anlatıyor. Yol boyunca bölge ve gündem ile ilgili hararetli sohbetler yapıyoruz. Üç saatlik yolculuk göz açıp kapayıncaya kadar geçiyor.
DoğuBayazıt’a vardığımızda hava kararıyor. Geceyi burada dağcıların uğrak yeri olan İsfahan otelde geçireceğiz. Otele vardığımızda bizi lobide ekibimizden Kürşat Öztürk ve Ferhat Ulu karşılıyor. Küçük Ağrı dağı kış tırmanışı yapmak için bizden iki gün önce gelmişler. Uzun yıllardır güvenlik nedeniyle çıkışına izin verilmeyen Küçük Ağrı dağı da artık tırmanışa açılmıştı. Bu faaliyeti başarıyla tamamladılar. Küçük Ağrı dağı, Büyük Ağrı Dağı’nın hemen yanı başında yükselen bir dağ. Büyük Ağrı Dağı’na saygı gösterilerek adlandırılmış olmalı. Çünkü 3896 metre yüksekliğinde olan bu dağ aslında hiç de küçük sayılmaz.
Onlarla merhabalaşıp kendilerini tebrik ediyoruz. Eşyalarımızı odalara yerleştirdikten sonra lobiye inip çıkış ayrıntılarını konuşmak için ekip üyeleri arasında yapılan teknik toplantıya katılıyorum. Mini toplantıda çadır ve ekipman paylaşımları yapılıyor. Herkes ne olur ne olmaz diye kendine ait çadırını getirmiş. Ağırlık azaltmak için yanımıza az sayıda çadır alıp ortaklaşa kalmayı planlıyoruz. Benim çadır büyük olduğu için üç kişi kalacağız. Ben, Hakan ve Halit. Yemek işlerini birlikte yapacağımız için market alışverişine birlikte gidiyoruz. Amacımız iştah açıcı yiyecekler satın almak. Dağda temiz su bulmak zor olduğu için Hakan ve Halit’e küçük şişelerde pet şişe su almalarını tavsiye ediyorum. Çoğunlukla abur cubur ve diğer katı yiyeceklere ağırlık veriyorlar. Market alışverişini bitirip otele dönüyoruz. Lobide oturuyoruz ve Sönmez’in faaliyet planını dinliyoruz. Jandarma Karakolu ile yazışmalar ve görüşmelerden sonra dağın kuzey rotasından tırmanmaya “Güvenlik” nedeniyle izin verilmediğini ve klasik rotayı tırmanacağımızı anlatıyor. Jandarmaya haber vermeden gidilemez mi diye bir düşünce akla geliyor. Ancak böyle bir denemeye kalkışmak akıllıca bir hareket olmayacaktır. Çünkü şöyle bir haber var: Cilo dağına izinsiz tırmandığı sonradan tespit edilen dağcılara ceza verildi. Risk almaya gerek yok, sorumlu davranmak iyi olur.
Hava durumunu kontrol ediyoruz. Görünüşe göre hava sıcaklığı ilk günden sonra artacak. Ama bizim için önemli olan rüzgar durumu. 25 Km/saatin üzerindeki rüzgar hızı sıkıntı yaratmaya aday. Bu kış dönemi zirveyi görebilen sadece bir ekip vardı. Diğer bütün ekipler geri dönmek zorunda kalmışlardı. Sohbet biterken Kürşat aspirin alıp almadığımızı sordu. Yanımızda olmadığını söyledik. Yüksek irtifada kan pıhtılaşma eğiliminde olduğundan akışkanlığını arttırmak için aspirinin faydalı olacağını söylüyor. Hakan ile Doğubeyazıt sokaklarında dolaşmaya çıkıyoruz. Biraz dolaştıktan sonra nöbetçi bir eczane bulup aspirin alıyoruz.
1. Gün:
Ertesi sabah erken kalkıp güzel bir kahvaltı yapıyoruz. İlk kez İran peyniri yiyorum. Krema gibi yumuşacık bir peynir, hoşuma gitti. Kahvaltının ardından bizi Eli köyüne götürecek minibüse çantalarımızı yüklüyoruz. Minibüse binip yola koyulacağımız vakit Tarık abinin gelmediğini fark ediyoruz. Hemen kontrol için odasına çıkıyoruz. Tarık abi odasında dinleniyormuş. Hareket saatinin 1 saat daha geç olduğunu sanıyormuş. Kısa bir bekleme molasının ardından o da aramıza katılıyor ve yolculuğa başlıyoruz. Eli köyüne vardıktan sonra minibüsten inip çantalarımızı sırtımıza yükleniyoruz.
Saat 10:00
Yürüyüşe başlıyoruz. İlk dakikalar kolay geçiyor. Hepimiz güzel uyuduk. Güzel bir kahvaltı yaptık. Ağrı Dağı eteğinde uçan güvercin gibiyiz. Herkesin neşesi yerinde. Bununla birlikte, bir iki saat içinde eğim dikleşmeye başladığında sırt çantası “anneanne evindeki 30 kiloluk beton yorgan” gibi ağırlaşmaya başlıyor. Üzerime yaptığı baskı ile ne elimi ne de başımı hareket ettiremiyorum. Azcık üzerimden kaldırayım istiyorum ama ne mümkün. Çöküyor üstüme. Geride kalıyorum. Tarık abi de dizinin ağrımaya başlamasıyla geride kalıyor. Hava sisli, inceden kar yağıyor. Neden bilmem dilimde “Bir kar yağar ince ince…” türküsü tutturuyorum. Sanırım morale ihtiyacım var.
Saat 16:00
3200 metrede kuracağımız ana kampa, çadır arkadaşlarım Halit ve Hakan ile beraber ulaşıyoruz. Hepimiz çok yorgunuz. Önce çadırı kurmalıyız. Çadırı sabitlemek için etraftan taş bulup getirmeliyiz. Ancak o kadar yorgunuz ki, taş taşımak inanılmaz derecede zor geliyor. Etraftaki taşların çoğu kar altında ya da buza saplanmış durumda. Bir tanesini yerinden çıkarmak için etrafını kazma ile kazmak ve yoğun emek vermek gerekiyor. Kuvvetli bir rüzgar var. Çadırımın yüksekliği 1.35 metre. Normal şartlar altında bu yükseklik güzel bir konfor sağlıyor. Ancak rüzgar yönünden çadırın da etkilenmesine neden oluyor. Yüksek irtifada alçak çadırın kuvvetli rüzgara karşı avantajı var. Ben, Halit ve Hakan, üçümüz de çadırı kurup sabitlemek için müthiş mücadele ediyoruz. Rüzgar nedeniyle çabalarımızın yeterli olmadığını görünce yanımızdaki çadırda kalan Ferhat’tan yardım istiyorum. Sağolsun yardıma geliyor. Yorgunluğun vermiş olduğu yoğun duygu durumu Hakan’ı epey etkilemiş olacak ki çadır kurulumu sırasında yoktan yere Ferhat’la kısa süreli bir polemik yaşıyorlar. Çadır kurulduğunda herkes çadırına çekiliyor ve ortam sakinleşiyor.
Hava oldukça soğuk. Sıcak bir şeyler içmek istiyoruz. Çadırın hemen kapı önünden başlayan 1 metre karelik bagaj olarak adlandırılan kapalı boş bir alanı var. Burada ocağı kurup çevreden topladığımız karı tencereye doldurup ısıtmaya başlıyoruz. Bir süre sonra Tarık abi de kamp alanına ulaşıyor. Sönmez hoca Tarık abinin çok yorgun olmasından dolayı yeni çadır kurmamasını ve geniş olan bizim çadırımızda kalmasını istiyor. Tarık abi çadırımıza geldiğinde içeride 4 kişi oluyoruz. Su ısınıyor. Hepimiz sallama çay içiyoruz. Biraz kendimize geliyoruz. Çorba hazırlamak için büyük tencereyi çantamdan çıkartıyorum. İçine kar doldurup ocağın üstüne bırakıyorum. Zaman zaman suyun kaynayıp kaynamadığını kontrol etmek için ocak başına dönüşümlü geliyoruz. Halit suyu kontrol ederken ocak tüpü baş kısmından alev alıyor. Alevler neredeyse 1 metre yüksekliğe ulaşıyor. Heyecan yaşıyoruz. Allah’tan panik yapmayıp Halit ve ben hemen doğru hareketi yapıp ocağın üstüne doğru elimizle kar atıyoruz. Tüpün üzerindeki alevler sönüyor. Ancak ocak halen yandığı için tüp tekrar alev alıyor. Yine elimizle tüp ve ocak üstüne kar atıyoruz. Neyse ki bu sefer tamamen sönüyor. Gaz vanasını kapatıyorum. Bu durumla ilk kez karşılaşıyorum. Sanırım suyun kaynayıp kaynamadığını kontrol ettiğimiz sırada tüpü kontrolsüz bir şekilde hareket ettirdiğimiz için tüp başlığı gevşedi ve gaz kaçırır hale geldi. Yaşadığımız heyecan o kadar gerçek ve güçlü ki bir daha o ocağı açmaya cesaret edemiyoruz. Bu korku tanıdık bir şey, uzmanlar yusuf yusuf olarak adlandırıyor 🙂 Yanımızda getirdiğimiz kuru yiyeceklerle akşam yemeği yedikten sonra erken yatıyoruz.
2. Gün:
Sabah 08:00
Kalkıyoruz. Çadırlardan birinin içinden güzel bir müzik geliyor. Herkes kahvaltısını çadırında yapıyor ve yavaş yavaş toplanıyor. Bize heyecan yaşatan ocağımı, tüpümü ve birkaç kirli kıyafetimi ağırlık yapmaması için bu kampta bırakıyorum. Dönüşte alacağım. Halit’in de ocağı var, onu kullanacağız. Hedef 4200 metre. Zirveden önce orada son kampı kuracağız. Yola çıkmadan önce aspirin yutuyorum. Hakan da ağzına bir aspirin atıp benden su istiyor. Aspirini susuz yuttuğum için Hakan’a da yut gitsin diyorum. Hakan, bir bardak su esirgediğimi düşünüp bozuluyor. Suyum çanta içinde ve kolay ulaşılabilir bir yerde değil. Ayrıca alışveriş sırasında su alın tavsiyemi dinlemedikleri aklıma geliyor. Ağustos böceği ile Karınca hikayesi geliyor aklıma ne yapayım.
Sırt çantam hafifleyeceğine daha da ağırlaşmış. Sanırım yükseklik yüzünden… Küçük bir adım atsam bile nefes nefese kalıyorum. Oksijen azlığı ile ilgili bir durum bu. Bilinenin aksine yüksek irtifada oksijen oranı az değil. Her yerde olduğu gibi yaklaşık olarak havanın beşte biri oksijendir. Yalnız atmosfer basıncı az olduğu için oksijen seyrek. Dolayısıyla deniz seviyesinde aynı miktarda oksijeni alabilmek için yüksek irtifalarda daha fazla nefes alıp vermek gerekiyor. Sonuç olarak, yüksek irtifada akciğer ve kalp daha çok çalışıyor. Yine saat 16:00 gibi 4200 metreye ulaşıyoruz. Hava dünden daha güzel. Çadırımızı kurduktan sonra hemen içine giriyoruz. Bir şeyler atıştırıp erken kalkacağımız için hemen uykuya dalıyoruz.
3. Gün:
Saat 01:00
Alarm sesine uyanıyorum. İçerdeki kalabalıktan ötürü çadır tentesine değiyordum. Uyku tulumumun üstü nemli ve fırtınadan dolayı herşey ıslak gibi görünüyor. Halit, Hakan ve Tarık abi uyuyorlar. “Beyler, saat 01:00 oldu.” diye sesleniyorum. Hareket yok. Uyumaya devam ediyorlar gibi. Ben yerimde doğrulup sessizce kahvaltı yapmaya başlıyorum. Bir süre sonra Hakan doğruluyor. Halit ve Tarık abi de uyanıyorlar. Halit bacaklarında ağrı olduğunu söylüyor. Herkesin önünde iyi bir performansla kamp alanına gelmişti. Ancak bacağını zorlamış anlaşılan. Onu gelmesi için teşvik etmeye çalışmıyorum. Çünkü bacağının durumunun daha kötüye gitme ihtimali olabilir. Kendi durumum da çok iyi değil aslında. Hatta bıraksalar o yorgunlukla 2 gün uyurum ama son derece kararlı bir şekilde zirveye ulaşma arzum var içimde. Tarık abinin de diz ağrısı var, o da gelemeyeceğini söylüyor. Halit’in ayakkabıları ve eldivenleri daha iyi olduğu için Hakan ödünç alabilir miyim diye soruyor. Halit izin veriyor. Hakan’la kahvaltı edip çadırdan hemen çıkıyoruz. Zirve yolculuğuna başlamak, uzay mekiğinin ilk kalkış anına benziyor. En zor yer ilk kalkış anlarıdır. Uyandıktan sonra geri sayım başlar. Dünyanın çekim alanından ne kadar hızlı çıkarsan yani sıcak uyku tulumundan ne kadar hızlı ayrılırsan o kadar iyidir. Ondan sonrası zaten uzay aracının yakıt tanklarını atıp ufak gazlarla yol alması şeklinde devam ediyor…
Gece tırmanışa başlamamızın amacı şuydu: Havanın en soğuk olduğu bu saatlerde çığ riski daha düşüktür. Bir de zirveye en geç öğle saatlerinde ulaşmak gerekiyor. Öğleden sonra Türkiye dağlarında hava şartları bozabilir. Bu nedenle gece tırmanışa başlamak en uygunudur. Yemek yedikten ve hazırlandıktan sonra yola çıkıyoruz. İlk dakikalar çok önemli. Hızlı gidip henüz soğuk olan bünyeyi zorlamamak gerekir. Yoksa erken havlu atıp tırmanıştan vazgeçmeniz gerekebilir. Çok yavaş adımlar atıyoruz. Yürüyüşüm Mehteran yürüyüşü gibi. İki adım ileri gidip duruyorum; kafamı kaldırıyorum önü veya arkayı kontrol ediyorum. Hakan, istese basıp gidebilecek kondisyona sahip ama yürüyüş tempomu sevdiği için hep arkamdan beni takip ediyor.
Ağrı Dağı’nda güneşin doğuşunu izlemek ve tırmanmak muhteşem bir his yaratıyordu.
Saat 10:30
Zirveye çıkarken, en tehlikeli bölge Cehennem Deresi olarak adlandırılan yere ulaşıyoruz. Atlas dergisi yazarı İskender Iğdır’ın, 2000 yılında Nasuh Mahruki liderliğinde tırmanırlarken talihsiz bir kazada hayatını kaybettiği yer burası. Çok dikkatli ve teknik malzeme ile geçilmesi gereken 20-25 metrelik bir yan geçiş var burada. Bu yükseklikte her yer dört mevsim buz kütlesiyle kaplıdır. Kar yağışı az olursa cam gibi buzul üzerinden geçilir. Bu da kaymaya çok müsait bir ortam sunar. Krampon takmadan geçmek risklidir. Krampona rağmen kayıp düşerseniz hemen kazmayı saplayıp durmaya çalışmak gerekir. Yoksa hız kazanıp yüzlerce metre aşağıya uçmak mümkündür. Cam buz üzerinden krampon ve kazma ile Cehennem Deresi boğazını sorunsuz olarak geçiyoruz. Son 150 metreye geliyoruz. Eğim arttı ama zorlayacak düzeyde değildi. Heyecanımız artmıştı.
Saat:11:00
Midem bulanıyor, hafiften bir kusma isteği duyuyorum. Vücudumun verdiği tepkileri dikkatle takip ediyorum. Yüksek irtifa hastalıklarının belirtileri bunlar. Kısa süre içinde dikine ciddi irtifa yaptığımız için vücut iyi aklimitize olamamış. Böyle durumlarda tek çare iniş yapmak ve bünyenin irtifaya alışmasını beklemek. Zirve birkaç dakikalık uzaklıkta. O yüzden durumum da iyi sayılır olduğu için devam ediyorum. Zirve platosunda Mehmet Yaldız, Mehmet Güngör ve Esin Handal ile karşılaşıyoruz. Hacı hacıyı Mekke’de, dağcı dağcıyı zirvede bulurmuş! Kısa bir konuşma molasından sonra hepimiz 5137 metredeki zirveye ulaşıyoruz.
Fotoğrafta güneşli ve açık bir hava görünmesine rağmen zirvedeki hava şartları uzun süre durmamıza imkan vermiyor. Hakan’dan fotoğraf için yardım istiyorum. Hakan alel acele birkaç fotoğrafımı çekiyor. Tebrik ve kutlama merasimi için zirvede en fazla 5 dk. kalıp fazla oyalanmadan inişe başlıyoruz.
Diğer bir flamayı rüzgarda elimden kaçırınca Mehmet abi (Güngör) ile Adım Adım flamasını birlikte açıyoruz. Arka plandaki ayda yürür gibi ağır adımlarla çerçeveye giren Sönmez hoca…
Zirve fotoğrafı çektirirken dikkat edilecek konular:
Dikkat edilmesi gereken bir kaç nokta var. Yoksa yandaki fotoğraftaki gibi alel acele bir kaç fotoğraf çektirirken komik görüntüler verebilirsiniz. Aşağıdakileri kendime söylüyorum ama siz ibret almak isterseniz alın tabii 🙂
• Hiçbir şey düşünemiyor insan zirvede. Yüksek irtifada az oksijen nedeniyle derin düşünmek mümkün değil, yapacaklarını önceden planla.
• Ve en önemlisi, nolur kazmayı kazma gibi tutma 🙂 Kazmanın bilekliğini olması gerektiği gibi eline geçir. Ucu yan tarafa bakar durumda tut, daha estetik duruyor.
• Fotoğraf için mont cebinden telefon çıkardıysan cep astarı dışarı çıkmış olabilir, biraz daha dikkat et be birader!
• Bir de mont şapkanı, kaskını falan düzelt. Kar gözlüklerini kısa bir süre çıkar bi kim olduğun anlaşılsın. Ninja Kaplumbağa Donatello’musun sen!
Son olarak ben ettim siz etmeyin bunları kendinize… 🙂
Zirveden inip kampa dönüyoruz. 4200’e indiğimde çadırımın hali beni şaşırtıyor. Yan tarafındaki kazıklar yerinden kurtulmuş neredeyse uçup gidecekmiş, yarısı havada duruyor. Sınırlı bir düz alan olduğundan ve çadır çokluğundan yeri biraz kötüydü. Neyse ki uçup gitmemiş en azından. Çadırın kazıklarının tamamen yerden kurtulup uçmaması için iki elimle tutuyorum. Eşyaları hızla topluyoruz. Normalde kampta bir gece daha dinlenip ertesi gün dağdan inecektik. Ancak 80-100 km arasında değişen bir fırtına geliyordu. Havanın fena bozacağını öğrenince hızlı bir değerlendirme yaptık ve 4200 kampını toplayıp beklemeden aşağı inme kararı alıyoruz. Çadırları topluyoruz ve çantalarımızı hazırlayıp dönüş yoluna geçiyoruz. Ekibin çoğu popo üstü oturup kayarak iniyor. Sırt çantama bağlı eşyaların çokluğundan oturup kaymayı beceremiyorum. Yürüyerek geliyorum ve geride kalıyorum. Tarık abi de dizinin ağrıması nedeniyle geride kalıyor. Aydın abi dinç olduğu için önden gidiyor. 3200 kampına uğrayacak ve oraya bıraktığımız eşyaları alıp devam edecek. Önden giden hızlı grubu bekletmemek ve çok geç kalmamak için elimizden geldiğince acele ediyoruz. Bu nedenle Aydın abinin benim eşyaları da alacağını düşünüp kampa uğramadan geçiyoruz. O da benim kampa uğrayıp eşyalarımı alacağımı düşünmüş. Bu iletişim eksikliği nedeniyle orada parlayan ocağımı ve ufak bir iki eşyamı bırakmış oluyorum. Neyse sağlık olsun. Bu arada önden giden Aydın abi karanlıkta yolunu kaybederek Eli köyü yerine başka bir köye ulaşmış. Daha sonra bir araba kiralayarak Eli köyüne geldi.
Biz Sönmez Hoca’nın GPS cihazıyla ilerliyoruz. Ay ışığı olmadığı için zifiri karanlıkta kafa lambalarımız önümüzü aydınlatıyor. Gideceğimiz yönü biliyoruz ama arazide olduğumuz için gittiğimiz yer düz bir alan değil, patika bile yok. Yolumuz üzeri karşımıza 20-30 metrelik derinliği olan bir vadi çıkıyor. Sırt çantamız ile vadiye inip kaya tırmanışı yaparak vadiyi geçiyoruz. Eli köyüne 23:00 gibi varıyoruz. Sabah 02:00 ile akşam 23:00 arası neredeyse 21 saat süren faaliyet sona eriyor. Ayaklarım hiç dinlenmeden 21 saat dağ botu içinde haşat oluyorlar. Sağ ayak baş parmağımda kan toplanmış (Sonradan doktora gidip iğneyle içindeki kanı boşalttırdım ama 2 hafta içinde tırnağım kararıp düştü. 8 ayda yeni tırnak çıktı ve eski haline döndü neyse ki). Önceden haber verdiğimiz bizi bekleyen minibüse atlayıp Doğubeyazıt ilçe merkezine doğru yol alıyoruz. İlçe merkezine vardığımızda otele malzemelerimi bırakıp içecek bir şeyler almak için dışarı çıkıyorum. O saatte bir Tekel bayisi açık… İçerideki yaşlı amca dağcı kıyafetleri ile çok yorgun halimi görünce şaşırıyor. İçim susuzluktan yanıyor. Canım tuzlu bir ayran çekiyor. Ayran var mı diye soruyorum. Şaşırıyor biraz. Sanırım şaka yapıp yapmadığımı anlamaya çalışıyor. Alkollü birşey aramıyorum sadece susuzluğumu giderecek birşey ihtiyacım var. Ayran yokmuş. Neyse ki su var. Ne yanmış içim be…Susuzluğumu gideriyorum. Sonra doğruca otele geri dönüyorum ve mışıl mışıl uyuyorum.
Ertesi gün kahvaltıdan sonra şehir gezisine çıkıyoruz. İshakpaşa Sarayı’nı ziyaret ediyoruz. Avlusunda gördüğüm hoşuma giden bir kare yakalıyorum. İshakpaşa sarayı ile ilgili daha fazla fotoğrafı Doğu Gezisi yazımda bulabilirsiniz.
Dönüş yolu yine Latif abinin taksisi ile Doğubeyazıt’tan Kars’a doğru.
Herkesin üstünde tatlı bir yorgunluk var. Camdan dışarı bakıyorum. Yaklaşık bir saattir yoldayız ama Ağrı Dağı tüm ihtişamıyla hala önümüzde duruyor ve hiç küçülmüyor. Kulaklarımda Ağrı Dağı Efsanesi’nin müziği çalıyor. Bir çok anı biriktirdim, anılar gözlerimin önünden geçiyor. Dağın etrafında dolanan, çekiminden kaçamayan küçük bir uydu gibi hissediyorum..
– Sosyal Medya ve İletişim –
►I N S T A G R A M – http://www.instagram.com/alidoguyildiz
►F A C E B O O K – https://www.facebook.com/alidoguyildiz
►B L O G – http://www.yuksektepeler.com
►İ L E T İ Ş İ M – [email protected]
Bu hafta sonu Klos Dağcılık Sönmez Erkaya önderliğinde KUDAK (Koç Üniversitesi Dağcılık Klübü) ile birlikte Sultan Dağlarına gideceğiz. Hedefimiz dağın 2675 metre rakımlı en yüksek noktası Gelincikana zirvesi. Afyonkarahisar ili sınırları içinde bulunan bu sıradağların ismi, Bizanslılarla Selçuklular arasındaki savaşta Büyük Selçuklu Devleti Sultanı Melikşah’ın ordusunu dağın yamacına yerleştirmesinden geldiği söyleniyor.
Bu faaliyete 29 kişilik kalabalık bir ekip katılıyor. Koç Üniversitesi öğrencileri hepsi pırıl pırıl gençler. Doğrusunu söylemek gerekirse onlara imreniyorum. Benim öğrencilik zamanımda (90’lı yıllar) kaliteli teknik malzemeye kolay ulaşım imkanı yoktu. Maddi imkanlar iyi olsa bile seçenekler şimdiki kadar geniş değildi. Artık yurt dışında gördüğümüz yeni sezon ürünleri -vergilerden kaynaklanan ek maliyeti saymazsak- uygun fiyatlarla ülkemizde de bulabiliyoruz. Bu nedenle şanslılar. Aslına bakılırsa hala teknik malzemelere ufak bir servet yatırmak gerekiyor. Ama doğa sporları kulüpleri sayesinde bu problem aşılabiliyor. Bazı klüpler bu malzemeleri günlük kiralamanıza olanak sağlayabiliyorlar.
Doğa sporları ürünleri satan firmalar İstanbul’da Karaköy ve Kadıköy civarında toplanmış durumda. Kendi gözlemlerim ve çevremden duyduklarım buralarda çalışan satış görevlilerinin ihtiyaçlar konusunda insanları doğru yönlendirdikleri yönünde. İçlerinde aktif olarak araziye gidip bu malzemeleri kullanan sayısı az olsa da bu ürünleri talep edenler genellikle araştıran kesim olduğu için iki taraf birbirini tamamlıyor.
Yeni bir malzeme alacağınız zaman, önce üyesi olduğunuz klübünüzden veya bir arkadaşınızdan ödünç alma yöntemini tavsiye ederim. Ancak bu şekilde doğru ürüne doğru yatırım yapabilirsiniz. Örneğin kilitleme mekanizması çevirerek sıkıştırmalı olan bir baton işlevsiz olabilir. Bunu görüp farklı kilitleme mekanizması olan bir batona yönelebilirsiniz. Tek kurulumlu ve çift kapılı bir çadırın pratikliğini kullandıkça görebilirsiniz. Bir de yatırım yaparken 1 hafta sonra gidilecek yeri düşünerek değil uzun süre kullanım ihtiyacınızı düşünerek tercih yapmanızda fayda var. Örneğin bir uyku tulumu, diğer malzemelere kıyasla dikkatli bir kullanımda 10-20 yıl size hizmet verebilir. Alırken ısı değerlerine fazla takılmadan hafifliğine dikkat etmek gerekir. Uyku tulumları için üretilen ipek içlikler var. Uzun yıllar temiz kullanım içim içlik kullanmanızı tavsiye edebilirim.
Doğa sporları ile içli dışlı olmaya başladığımdan beri AVM’lerden alışverişim azaldı. İnanın koca AVM’de bir sürü mağazaya girip çıkıyorum, ilgimi çeken bir ürün çıkmıyor. Hayır, sorun mağaza çalışanlarının bilgisizliği veya yaklaşımı değil. Tam tersine geçmiş yıllara göre çok geliştiler. Sorun bende. Neredeyse her üründe askeri standartlar arar duruma geldim. Senelerce kot pantolon giymiş biri olarak eski fotoğraflarıma bakıp şaşırıyorum. 70’li yıllarda İspanyol bol paça pantolon giymiş anne babalarımız gibi hissediyorum. 2000 yıllarda kot pantolon giymek bana çok saçma geliyor. Kot pantolon yazın terletiyor, kışın üşütüyor. Sağlıklı bir giyecek değil, doğada bir yeri yok. Çoktan tarih olması gerekirdi. Ben pratik ve ucuz diye yıllarca giymişim. Bir zamanlar Levis 501 efsanesi vardı. Giymek için para biriktirirdik. Bir de Converse’un basketbolcu ayakkabıları modaydı. Taraklı ayaklarımı rahatsız etse de popüler diye bu ayakkabıyı giyiyordum. Ayak yapısını desteklemeyen, uzun saatler giyildiğinde ağrı yapan bu ayakkayıbı düz taban olmadan bıraktım çok şükür.
Benzer bir duyguyu yemek alışkanlıklarımı değiştirdiğimden beri süpermarketlerde yaşıyorum. Koca koca marketlerde ekmek, süt gibi temel birkaç şey dışında yiyecek bir şey bulamadan dışarı çıktığım çok oluyor. İşlenmemiş, doğal ürünler bulmak için süpermarketler sanırım en son bakılacak yerler. Mahalle bakkalını daha sık ziyaret ediyorum. Şu an alışveriş alışkanlıklarım daha küçük, butik hizmet veren yerlere doğru yöneldi. Belki de mahalle bakkallarını özledim bilemiyorum.
Aracımız cuma akşamı 23:00 gibi Mecidiyeköy’den hareket ediyor. Hazırlıklarımı yapıp 22:00 gibi evden çıkıyorum. Yanımda sokak köpekleri için hazırladığım küçük et parçaları var. Daha gece nöbetleri başlamamış ama kamp çantamı gördükleri zaman havladıkları için nolur nolmaz rüşvetimi şimdiden hazır ettim. Koşarak geliyorlar ve etleri löp löp götürüyorlar. Bu sırada uslu yakalamışım hadi bir foto çekeyim diyorum. Fotoğraf makinemi çıkarıp denklanşöre basıyorum. Hafif bir flash patlaması oluyor. Ama o da ne! “hafıza kartı yok” uyarısı veriyor. Hafıza kartını bilgisayara takılı unutmuşum. Haydaa. Bu arada flash patlamasından rahatsız olan kuçulardan biri kafasını kaldırıp bana bakıyor. Hiç de dostça bir bakış değil bu. Yemeye devam etme ile havlama arasında ikilem yaşıyor. Ben de daha fazla şansımı zorlamadan eve dönüyorum. Geri dönüşümü kısaca tarif etmek istiyorum: “Acele değil ama çabuk çabuk” diyebiliriz 🙂 Bir “Şener Şen koşusu” gibi ayaklarım popoma vura vura değil kesinlikle 🙂 Hafıza kartını alıp tekrar çıkıyorum yola. Kuçukuçular yemeği bitirip dağılmışlar. Etrafta görünmüyorlar. İstikamet Mecidiyeköy. Mecidiyeköy’e 1 saat erken geliyorum. Aklımdan malzeme kontrolü yapıyorum…
– Düdük? Aldım.
– Tozluk? Aldım.
– Eldiven? Aldım.
– Buff? Aldım.
– Güneş gözlüğü? Aldım.
– Kafa feneri? Hay… Bunu unuttum.
Küçük bir şey ama önemli. Bundan sonra bir kontrol listesi yapacağım. Bir kağıda malzemelerin hepsini yazıp yola çıkmadan önce tek tek üzerinden geçerek kontrol etmeliyim. Başka türlü olmayacak. Malzemeler evde farklı farklı çekmece ve dolaplarda duruyor. Ne kadar dikkat etmeye çalışsam da hep bir şey unutuyorum. Evet en iyisi bir liste hazırlamak. İşin yoksa atla taksiye dön geri. Taksiyle eve dönüp kafa fenerini alıp tekrar Mecidiyeköy’e geliyorum. Neyse ki otobüs biraz geç geliyor da yetişme problemi yaşamıyorum. Yolculuk uzun.
Sabah erken saatte Afyonkarahisar’a ulaşıyoruz. Çay ilçesi meydanında bir bakkala uğrayıp su ve diğer ihtiyaçları tedarik ediyoruz. Çantamda 4 litre su var. 5 litrelik daha şişe su alıyorum. Kamp yerinde su kaynağı var ama damla damla akan bir kaynakmış. Bakkal amca, sabahın köründe bir otobüs dolusu insanı alış veriş için dükkanında görünce keyfi yerine geliyor. Ne alsam diye düşünceli etrafa bakınca bana Afyon’un meşhur kaymağını tavsiye ediyor. Ara gazı müthiş:
– “Bakın bu camız kaymağı direkt üreticiden geliyor.”
– “Dışarıda, tesislerde falan 10 liradan aşağı bulamazsınız ben de 7.5 lira”
– “En havalı kahvaltı sofrası seninki olur al bunu.”
“Manda sütü pahalı, 7.5 liraya manda kaymağı mı olur?” diyemedim ya…peki alayım dedim. Krema da olsa yerim ben bu gazdan sonra.
Kaymak – 7.5 tl
Bal – 2 tl
5 litre su – 2.75 tl
veriyorum.
Yemek sonrası, Sönmez hoca isteyenlerle birlikte bir keşif gezisine çıkıyor. Ben 2.5 saatlik yürüyüş sonunda yorgun düştüğüm için geziye katılmıyorum. Kampta kimse kalmıyor. Çadırıma çekilip dinleniyorum. Dinlenirken çekirdek çitliyorum. İçim nedensiz bir hüzün ile doluveriyor. Telefonumda müzik listesini bulup açıyorum. İlk sırada Zeki Müren’den “Kahır Mektubu” çalıyor. Kısa da değil off ki ne off 30 dakikalık bir dertli yolculuğa çıkarıyor beni. Fırtınada savrulan gemi gibi yapıyor beni rahmetli. Daha da dertleniyorum. Dağda morali yüksek tutmak lazım. Bu yüzden bir sonraki şarkıya bakmadan telefonu kapatıyorum. İnsanı darmadağın eden şarkılara denk gelmemek için…
Kaz ciğeri, yemek olarak ekonomik bir değer. Hayvanın ciğerini büyütmek için hortumla sürekli yemek yedirdikleri görmüştüm. İnşallah daha kötüsünü hayvan canlıyken tüylerini alarak yapmıyorlardır. Tüy alımı nasıl oluyor çok bilgim yok. Hakan’la daha önce bu konuda tartışmıştık. Ben bu tür hayvanları yetiştirip etinden ve tüyünden (insani bir şekilde!) faydalanma taraftarıyım. Sonuçta süs için öldürmüyoruz bu hayvanları. Hakan da sentetik alternatifler varken hayvanların tercih edilmemesi görüşünde. Bana şunu soruyor: “Evrim sırasında bizden ileri giden bir tür olsaydı ve gelip ‘Vücudundaki tüm kılları yolacağız çünkü ihtiyacımız var’ deseler ne yapardın?” diyor. Bayıltıp yapabilirler diyorum. Varsayımına başka mantıklı bir cevap veremiyorum. Kaz tüyü montu dağda bir bebek kundağı konforu sağladığı için vazgeçmek çok zor benim için.
Hepimiz kahvehaneye doluşup dinleniyoruz. Bize çay ısmarlıyorlar. Sohbet doğal olarak dağ ile ilgili. Gördüklerimizi, yaşadıklarımızı anlatıyoruz. Onlar da bize Sultan dağı ve Gelincikana isminin nereden geldiğiyle ilgili bir rivayet anlatıyorlar. Sultan isminde bir kız, sevdalısı varken babası onu tanıdığı zengin bir dostunun oğluyla evlendirmek ister. Düğün dernek kurulduğu gün Sultan, üzerinde gelinliğiyle kaçar. Arama için ekipler oluşturulur her yerde Sultan’ı ararlar. Bir süre sonra Sultan’ı dağın tepesinde gelinliği ile ölmüş olarak bulurlar. İşte o günden beri bu dağa Sultan dağı, en yüksek tepesine de Gelincikana ismi verilir.
Bize anlattıkları hikaye bu. Sohbet sırasında neşeli bir abi, define bulup bulmadığımızı sordu. Yüzü Kaya Çilingiroğlu’nu andıran orta yaşlı abi yerinde duramıyor, tüm merakıyla bizim oraya asıl olarak define bulmak amacıyla gidip gitmediğimizi anlamak için sorular soruyordu. Sanırım orada böyle bir söylenti var. Neyse, abinin hayallerini yıkmadan amacımızın define araştırma olmadığını anlattık. İzinlerini isteyerek oradan ayrılıyoruz. Dönüş yoluna geçmek için otobüsümüze biniyoruz. Günün sonunda elimizde kalan değerli bir taş yoktu ama bizi daha da zenginleştiren dostluk ve paylaşım vardı…